Bölüm 9

10.9K 727 50
                                    

Bölümlerin çok uzun olmadığını biliyorum. Profesyonelce de değil belki ama ben bunları eğlenmek, vakit geçirmek için yazıyorum. Ama lütfen beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

Rüzgar arabayı oldukça büyük bir lunaparkın önünde park edince sırıtmadan yapamadım. Buraya çok uzun zamandan beri gelmemiştim.

"Ne o çok mutlu oldun galiba?" Rüzgar şimdi benden çok gülüyordu. Yalan söylemeye gerek yok fazlasıyla mutlu oldum.

"Gerçekten de oldum." Bunları söylerken hala sırıtıyordum. Bir lunaparkın beni bu kadar mutlu edebileceğine ben bile inanmazdım açıkcası.

İçeri girdiğimizde ilk önce lunaparkın klasiği olan gondola binmeyi teklif etti. Sıraya girip bilet aldıktan sonra gondolun en ucuna oturduk. Hiç değilse lunaparktaki hicbirsey oyuncaktan korkmuyordum.

Gondol haraket ettiği anda biz de dahil herkes kollarını havaya kaldırıp bağırmaya başladı. Gerçekten eğlenceli.

Yani en azından eğlenceliydi. Beş dakika sonra gondol iyice yukarı çıkıp hızlanmaya başlayınca yanımdaki benden belki bir iki yaş küçük çocuk "Şunu durduruuun" diye bağırmaya başladı. Sesi duyulmayınca da...

Evet tam olarak üstüme kustu.

Hem de benim üstüme.

Çocuk üstüme kus-tu.

İdrak edebilmem için bunu kafamda bayağı bir tarttım. O değil de en sevdiğim nar çiçeği bluzumu mafetti. Muhtemelen bunu bir kere daha giyemeyeceğim.

Tabi bir de şu rezil olma kısmı var. Yanımda Rüzgar da var bi de. Ah harika.

Rüzgar da en az benim kadar şok oldu. Ama içten içe gülüyordu pislik. Hemen el kol hareketleriyle gondolu durdurmasını işaret etti. Sanırım herkes bana ve yanımdaki küçük salağa bakıyordu. Tabi iğrenip de bakmayanlar hariç. Haklılar ben bile üstüme bakamıyorum.

Gondol tamamen durduktan sonra ilk biz indik ve hemen bir yerden ıslak mendil satın aldık. Üstümü silsem de yine de pek bir şey farkettiğini söyleyemem. Hem de şortum beyaz! Daha kötüsü olabilir mi acaba çok merak ediyorum.

Olabildiğince hızlı bir şekilde Rüzgarın arabasına doğru yürüdük. Pardon doğrusu koştuk olacaktı. Arabaya biner binmez Rüzgar kahkaha atmaya başladı. İnsan en azından sessiz güler dimi?

"Rüzgar sus yoksa elimde kalacaksın!"

"Napıyım ya çok komik" Bak ya hala gülüyor.

"Komik falan değil düştüğüm hale bak ya off. Umarım kimse görmemiştir."

"Merak etme genelde buraya bizim tanıdıklar gelmez."

İçim biraz rahatlsa da şu reklam işi yüzünden gittiğim her yerde kendimi izleniyormuş gibi hissediyorum. Tamam bu çok saçma olabilir ama üstümde bir baskı hissediyorum. Oysa ki sadece aptal bir reklam. Ben reklamda gördüğüm birini sokakta görsem muhtemelen tanımam bile ama yine de böyle düşünemiyorum. Asıl hissettiğim ise sanki koskoca holdingi batıracağım. Ki bu daha da saçma. Neyse.

Ben şu "saçma" düşüncelerime dalmışken bizim evin önüne geldik. Kampa değil de eve gittiğimiz için Rüzgara adete minnettardım.

"Sen üstünü değiştir ben burda bekliyorum."

"Burda bekleme sen de gel, Bora çoktan çıkmıştır zaten."

"Tamam o zaman."

Kapının önüne geldiğimizde anahtarımı çıkartıp gürültülü bir şekilde kapıyı açtım. Rüzgar hemen salondaki koltuklardan birine yöneldi ben de merdivenlerden yukarı çıkıp odama girdim. Bu üstümdekilerden ne kadar çabuk kurtulursam o kadar iyi.

Dolabımı açınca büyük bir hayal kırıklığına uğradım çünkü nerdeyse tüm kıyafetlerimi kampa götürmüştüm. Burda kalan spor şortumu ve sade bir tişört giydikten sonra spor ayakkabılarımı da giyince aşağı indiğimde dolabımı açtığımdakinden daha büyük bir şok yaşadım.

"Bora sen gitmemiş miydin?"

"Hayır ve sizin de dışarıda olduğunuzu sanıyordum."

"Evet öyleydi."

Bora hiçbir şey söylemeden oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi. Bir kaç saniye kıpırdamadan gözlerimin içine baktı ve hiçbir şey söylemeden yanımdan geçip gitti. Her ne kadar umursamamaya çalışsam da bu hareketleri canımı yakıyordu.

Rüzgar ise hiçbir şey anlamamış bir şekilde yüzüme bakmaya başlayınca omuz silktim. "Hadi gidelim artık." deyince bir şey söylemeden peşimden geldi ve hiç konuşmadan Rüzgarın arabasına bindik.

Oldukça uzun süren yolun ardından kamp alanına vardık. Eve girdiğimde kimsenin olmadığını farkettim. Gidip programın yazılı olduğu panoya baktığımda bugün PaintBall'a gidileceğini gördüm.

Kusmuklu bir lunaparktan daha eğlenceli olabilirdi.

Ama şu an sadece yatıp uyumak istiyordum. Sıcağa rağmen yorganın altına saklanıp, tüm düşüncelerimden kaçmak.

Ve bunu icraata geçirmeye karar verdim. Tam yukarı çıkmak için hamle yapmıştım ki kapı çalınca yönümü değiştirdim.

Kapıyı açar açmaz bi sarı kafa boynuma atladı. "Bana her şeyi anlatıyorsun. Hemen." Ah şu Ebru'nun bağırışları.

Salondaki koltuklara oturunca dün gece olanların hepsini anlattım. Ebru hayal kırıklığına uğramış gibi yüzünü buruşturunca "Sen ne bekliyordun ki?" diye sordum. Alay edercesine "En azından bunu beklemiyordum" diye cevap verdi.

"Asıl senin bana anlatacakların ne? Mesajında yazdığın."

"Haaa evet. NTV'de sizin yemekten canlı yayın vardı ve biri bunu herkese yayınca herkes açıp izlemeye başladı. E tabi haliyle herkes sizi sevgili sandı."

"Neyse şimdilik öyle bilmeleri daha iyi sen de kimseye bir şey söyleme"

"Söylemem de.." Duraklayınca aklından yine aptalca bir düşünce geçirdiğini anladım ve anında tepki verdim "Ne?"

"Bora bu duruma ne tepki verdi?" Bu kız her seferinde Bora'yı bu kadar çok düşünmek zorunda mıydı?

"Tabi ki hiç hoşlanmadı ama benim yapabileceğim bir şey yok. Neyse ben biraz yatmaya gidiyorum."

Ebru tamam anlamında başını sallayınca oturduğum yerden kalkıp odama çıktım. Üstümü bile değiştirmeden yatak örtüsünün altına girerek dizlerimi karnıma çeker pozisyonda kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Gözlerimi açtığımda havanın kararmış olduğunu gördüm. Ama nerdeyse ger evin ışığı yandığı için saatin çok da geç olmadığını tahmin ettim. Telefonun saatine baktığımda da yanılmadığımı anladım. Saat henüz sekizdi.

Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım ve mümkün olduğunca saçımı düzeltmeye çalıştım. Ben saçımla uğraşırken telefonumun çalmasıyla irkilerek odaya geri döndüm. Arayan Rüzgardı. Biraz bekledikten sonra açmaya karar verdim. Ben daha bir şey söylemeden o konuşmaya başladı.

"Pencereye bak hemen."

Hayatımda en nefret ettiğim şey birinden emir almak olsa da bunu öyle algılamayarak pencereden dışarısını izlemeye başladım. Tam hiçbir şey olmadığını söylemek için Rüzgarı aramaya yeltensem de gördüğüm şey karşısında şaşkınlıktan öylece bakamadım.

Yaklaşık 15-20 tane uçan balon yavaşça tam penceremin önünden gökyüzüne doğru yükseliyordu. Ucundaki iplerine bağlı küçük bir kutu vardı.

Hemen camı açıp kutuyu aldım. Aslında balonları da almak isterdim ama o kadar balonu pencereden geçirebilmem ve odada tutmam imkansız gibi bir şey heralde.

Kare şeklindeki mor kutuyu açtığımda içinde sadece katlanmış bir kağıt ve küçük pakete sarılı bir çikolata vardı. Kağıdı açmamla ağzımı açmam bir oldu.

"Rüzgarın yaprakla ahenkle dansı gibi. Rüzgarın yaprağa aşkı adeta. Aralarındaki o uyum, akar aralarından mutlak. Sen yaprak, ben sana muhtaç rüzgar."

Yaz KampıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin