Bölüm 8

10.8K 796 35
                                    

Okuduktan sonra lütfen beğenmeyi unutmayın. <3

Sonunda şu iş yemeği bitip eve geldiğimizde Bora yüzüme bile bakmıyordu. Aman çok da umrumda sanki. İyi bile olmuş daha bana yaptığını unutmuş değilim.

Hemen merdivenlerden yukarı çıkıp kendimi odama attım. Üstümdekilerden bir an önce kurtulup makyajımı da temizleyince aşağı indim.

Sofraya oturmuş bir şeyler atıştırıyorlardı. Gecenin bu saatinde de yemek mi yenir ya? Demedim tabi ki çünkü kurt gibi açtım. Sözde yemekten geldik ama o kadar saçma sapan şeyler vardı ki hiçbirini yiyemedim. Zaten porsiyonlarının çok da büyük olduğunu söyleyemem.

Masaya oturur oturmaz Cem boğazını temizledi, tam konuşmak için ağzını açmışken Bora çatalını gürültüyle tabağının içine bıraktı ve "Neden bunu ben daha önce bilmiyordum?" diye çıkıştı. Tamam bu durumdan pek haz etmediğini biliyordum ama Cem'e belli etmesini beklemezdim.

Cem ise her ne kadar Bora'nın bu tepkisine şaşırmış olsa da gayet sakin bir şekilde "Gerek duymadım." demekle yetindi. Bora da -Cem'in bu halinden olsa gerek- daha sakin bir biçimde "Şirketle ya da herhangi bir şeyle ilgili her bi haltı anlatırsın ki bence onlar daha gereksiz, bunu mu söylememeyi tercih ettin?" dedi.

Bora'nın bu sorusu üzerine Cem oturduğu yerde daha da dikelerek uzun bir nefes aldıktan sonra "Bu sadece satışları arttırmak için küçük bir etken. Evet olmasa da pek bir şey farketmezdi ama her yoldan reklam her zaman iyidir. Hesap sorma işleminiz bittiyse artık odalarınıza çıkabilirsiniz bence. Yapacak tonla işim var." demesiyle masadan hızlı bir şekilde kalakarak merdivenleri çıkıp odama girdim. Tamam ben de biliyordum bunun reklam için olduğunu ama küçümsemeyip beni ezmeseydi daha iyi hissedebilirdim belki. Üstelik bu açlığıma rağmen hiçbir şey yiyememiştim.

Şarja taktığım telefonuma baktığımda okunmamış üç mesajın olduğunu gördüm. Ebru, Mısra ve tabi ki Rüzgar. İlk Mısra'nınkini açtım: "NTV'de sizin şu yemekten canlı yayın vardı. Çoğu kişi de izlemiş gibi. Siz ne zamandan beri Rüzgarla çıkıyorsunuz?" Her tarafta kameraların olduğunu biliyordum ama canlı yayın olacağı aklıma gelmemişti. Ayrıca herkesin NTV izlemesi? Herkes izleyecek bugünü mü bulmuştu? Mısra'ya kısaca gelince anlatacağımı yazan bir mesaj attım.

Sonra Ebru'nunkini açmaya karar verdim: "Kampa yarın saat kaç gibi dönersiniz? Anlatmam gereken feci şeyler var." Her ne kadar ne olduğunu merak etsem de üstelemeden bilmediğimi yazdım.

Son olarak derin bir nefes alıp Rüzgar'ın mesajını açtım: "Yarın kampa dönmeden önce mutlaka bir şeyler yapmalıyız. Sabah seni ararım." Eğer şu "görüldü" yazısı olmasaydı belki cevap atmayabilirdim ama Whatsapp sağolsun şu an öyle bir seçeneğim yoktu. Hem şu sıralar yan yana gözükürsek bu işin çok da uzun sürmeyeceğini umuyorum. Bu yüzden Rüzgar'a belirsiz ama olumlu bir cevap attıktan sonra kitaplığıma bakınmaya başladım. En üst rafta alıp henüz okumadığım kitaplarım duruyordu.

İçlerinden Dan Brown'un Kayıp Sembol adlı kitabını aldım. Daha önce Dan Brown'un Da Vinci Şifresi, Dijital Kale ve Cehennem'ini okumuştum. Hepsi olağanüstü kitaplar cidden.

Yaklaşık bi 100 sayfa okuduktan sonra kitap ayracımı sayfanın arasına koyup kitabı çalışma masamın üstüne bıraktım. Saat epey geç olmuş. Kafamı yastığa koyup farklı düşünceler içinde uykuya daldım.

Sabah zil sesim olan Imagine Dragons - It's Time ile uyandım. Arayan gayet beklendik bir şekilde Rüzgar'dı.

"Efendim Rüzgar?" Sesim yeni uyandığımı açık bir şekilde belli ederek boğuk çıktı.

"Küçük prensesimizi mi uyandırdım yoksa?" Prenses mi? Cidden mi? Ahah çok güldüm cidden.

"Yani evet ama saat zaten geç olmuş"

"Neyse ben aşağıdayım. Sana da hazırlanıp inmen için 20 dakika veriyorum."

Ben daha tepki veremeden telefonu kapattı. 20 dakika mı? Karşındakinin bir kız olduğunun farkında mı bu çocuk?

Hayatımın rekorunu kırıp beş dakikada duştan çıktım. Kesinlikle en hızlı duş alan kadın rekoruyla Guiness Worl Record kitabına girmeliyim.

Gayet günlük beyaz bir kot şort ve nar çiçeği renginde askılı bir bluz giydikten sonra hafif bir makyaj yapıp saçlarımı doğal haline bırakmaya karar verdim. Ayağıma sandaletlerimi de geçirince aşağı indim ve salondaki koltuklardan birinde yayılarak oturan Bora'yı gördüm. Demek ki Rüzgar içeriye girmemişti. İyi de olmuş aslında, bir tartışmayı daha kaldıramazdım.

Tam kapıdan dışarı çıkacakken Bora'nın sesiyle durdum "Nereye gidiyorsun? Saat 1 gibi yola çıkacağız." Gözlerimi devirerek arkamı döndüm ve büyük bir kararlılıkla cevap verdim: "Rüzgar'la dışarı çıkıcaz. Ayrıca ben kampa ne zaman istersek o zaman Rüzgarla dönücem. Ha bu arada Cem'in de haberi var." Onun bir şey söylemesine fırsat bırakmadan dışarı çıkıp kapıyı arkamdan çarptım. Fazla mı havalı oldu sanki?

Gülümseyerek evin önündeki park etmiş arabanın içinde oturan Rüzgarın yanına gittim. Arabaya bindiğimde o da gülerek "10 dakika geç kaldın prenses. Ama itiraf etmeliyim ki bu performansı bile beklemiyordum" dedi.

"Elimden gelen bu yapacak bir şey yok. Ee nereye gidiyoruz?"

"Gidince görürsün"

Yaz KampıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin