Kumarda kaybeden aşkta kazanır peki ya aşkta kaybetmiş bir hırsız ne kadar şanslı olduğunu düşünür?
Yataktan doğrulduğumda her zamanki gibi etrafa göz gezdirdim. İç sesim evin dağınıklığını görmem için haykırırken inkâr etmiyordum. Sanki birileri beni görüyormuş gibi omuz silktim. Dağınıklığın bana huzur verdiği göz ardı edilemezdi. Eşyalarımı çöp evde arayarak zaman kaybı yaşamam, vaktin oldukça eğlenceli geçmesine yarıyordu. Ayaklarımı yataktan sallandırıp ellerimle yatağı destekledim. Hiçbir şey olmamasına rağmen puslanan gözümü ellerimle ovalayarak pencereye doğru ilerledim. Yataktan çıktıktan sonraki soğukluk ayaklarımı gıdıklıyordu. İç sesim yatağa dönmem için haykırırken bugün tembellik etmemem gerektiğini düşündüm. Ellerim kirli beyaz perdeyi bulduğunda sağa doğru çekiştirdim, bu yaptığım rutin şeylerden biriydi. Onlarca insan hızla üzerini giyip çalan alarma lanet okurken, benim gidecek bir işim yoktu. Uyanır uyanmaz insanların iş telaşlarını, uykulu gözlerini ve acelelerini bu pencereden izlerdim. Ayaklarım sıcaklığını kaybettiğinde hızlı adımlarla kendimi yatağa bıraktım. ''Günaydın sevgilim!'' evet, bugüne kadar sevgilimin olmadığını inkâr edemezdim ama vardı işte. İnsanlara söylemediğim söylesem de ciddiye alınmayacağım çok tatlı bir erkek arkadaşım vardı yıllar sonra. İnsanlara karşı hep soğuktum. Hiçbir zaman insanları kendime yaklaştırmamış, benimle tanışmak isteyen herkesi bir şekilde kendimden uzaklaştırmıştım. Çünkü hayat beni kendine küstürdüğü kadar insanlara da küstürmüştü. ''bugün ne yiyoruz? Kumpir yemeliyiz emin ol tadı çok güzel.'' Yorganı çabucak açıp tekrar ayağa kalktım. Hayali arkadaşımın üzerini özenle tekrar örttüm. Ona bir ad bulamamıştım. Zaten var olması benim için yetiyordu bile. Ayaklarımı yerde sürüyerek kendimi yerdeki kolilerden korumaya çalıştım. Bu sefer banyoya gitmek istemiyordum banyo yatak odasından daha soğuktu çünkü. Ne olurdu bu sefer yüzümü yıkamasam? Yırtılan kolinin üzerinden atlayarak dolaba uzandım. Ne giyeceğim hakkında yine bir fikrim yoktu. Öyle değil miydi? Hiçbir kadının hiçbir zaman kıyafeti olmazdı zaten. Elim dolabın dibindeki yeni geceliklere uzanmıştı. Elimden gelse sokağa çıplak çıkabilirdim. İnsanlar buna hazır olmadığını düşündüm. Gelecek zamanlarda elbette ki özgürlük anlayışımız mezheplerimizi genişletecekti. Kimine göre özgürlük, kimine göreyse kıyamet alametleri denecekti buna. Bana göreyse... Benim için hiçbir şey ifade etmeyecekti. Ben onlardan değildim çünkü. Bu dünyada onların arasında bir yerim olduğunu düşünmüyordum, yok olup gidecektim. Aynanın karşısına geçerek gözüm kapalı elime gelen kıyafetleri üzerime geçirdim. İç sesim 'toplama bilgisayar gibisin' diye bağırırken acınası halime gülümsedim. Çok acınası olduğumun farkındaydım. Bunu birilerinin söylemesine gerek yoktu. Zaten eğer toplumdan uzak kendinize zarar veren masum bir bireyseniz, her zaman dışlanır farklı sözlere maruz kalırdınız. Bir diğer özelliğimse bana uzaktan bakanların bunu hissedememesiydi. Bunu birinin hissedebilmesi için kalbinize dokunması gerekirdi uzaktan bakanlar sokakta sizi gayet normal karşılayabilirlerdi. Buna ihtiyacım olmadığını düşündüm. İnsanlar... Sosyal varlıklardı. Olgunluk onlara göre yaşlılıktı ve ben, yine de iletişim kurmayı hep saçma buldum, bana göre cahillik kitap okumamaktaydı. Cahil kişilerle iletişim kurulmayacağını anlamak için ise kâhin olmaya gerek yoktu. Boş boş konuşan insanlar cahilliklerin en asıl kanıtıydı. Elbette kitaplarında cahil olanları vardı. Önemli olan bunu seçmekten geçiyordu zaten. Ama benim için önemli olan kitabın cahilliği değil de daha çok bana karşı olan yakınlığıydı daha samimi ve insan sesinden daha yumuşak namelerinin olmasıydı. Evi yüzlerce kitapla doldurmuştum bu yüzden. Hatta ev bu yüzden dağınıktı. Ve onlara birer insanmış gibi değer verdiğim için kendimi yalnız hissetmiyordum.
İnsanlara vereceğiniz değeri kitaplara verin, bittiğinde daha az acıtıyor.
Komodinin üzerinde duran anahtara uzanarak deri ceketimin fermuarını boğazıma kadar çektim. Çorap giymediğim için botlarımı giymem zaman almıştı. Kapıyı çekerek kilitlemeye gerek duymadan çıktım. Hem... Çalınacak değerli bir şeyim yoktu. Değerli olan her şeyimi zaman çalmıştı.
...
Dükkân kapısını ne tarafa yiteceğimi düşünerek tereddüt ettim. İkilemeleri severdim. Neredeyse her filmde denk geldiğim ikilemeler üç saniyeliğine de olsa yüzümü gülümsetirdi. İşim bittiğinde kendimi dışarı attım. Yağmur çiseliyordu. Vücudum yağmurla temas ettiğinde titremiştim. Sanki her seferinde yağmur benden bir şeyler götürüyordu. Yarım kalan şeyleri yağmur götürüyor gibiydi. Bu hayatta herhangi şeyler bir şeyleri dengelerdi. Bunun beni rahatlattığını düşündüm. Yağmur, benim yok edemediğim acıların yüklerini her seferinde biraz olsun benden alıyordu. Güçlü hissediyordum. Aceleyle vücuduma dokunan damlalar bana huzur veriyordu. Bir şeylerden kaçtığımda ya yağmurlara ya da kitaplara sığınıyordum işte. Eve geldiğimde dış kapıyı kilitlemediğim için anahtarı almayı unuttuğumu fark ettim. Yan taraf bahçeyi dolanıp elimi parmaklıklardan uzatarak kilidi açmayı başardım. Tek hamleyle kapıyı açarak elimdeki soğuyan kumpiri mutfak masasının üzerine bıraktım. ''masanın üzerini temizlemeyi unutmuşum yine. Ölürsem pislikten ölürüm.'' Gülmeye çalışırken öksürük boğazıma takılmıştı. Dış kapıyı kapatarak yağmur suyundan temizlenmem gerektiğini düşündüm. Üzerimdekilerden kurtulup banyoya ilerledim şalterleri kaldırdığımda havanın karardığını fark ettim. Yanan ışık banyoyu aydınlatıyordu çünkü. Rutubet kokan banyoyu umursamayarak muslukları açtım. Başımın döndüğünün yeni farkına varmıştım. Yemek yemediğimden olduğunu düşünüyordum. Küvete yerleştiğimde kafamı musluğun olduğu kısma yasladım. Midem bulanıyordu başımın dönmesinin geçmesini beklemek için gözlerimi kapattım.