-8-

171 27 1
                                    

Yürüdüğümüz her yolda geçmişimizi biraz daha yıpratıyoruz...


İçi köklerle bezenmiş toprak dolu poşete uzanıp tohumları tırnaklarımızla açtığımız boşluklara serpiştirdim. İşimiz bittiğinde eve girip ellerimizi yıkadık. Açlıktan sanki birileri karnımda jilet gezdiriyormuş gibi hissediyordum. Tuğrul'a baktığımda karnını tuttuğunu gördüm. Madem o'da acıkmıştı nasıl olsa bir adım atacaktı. İlk adımı atması gerektiğini düşünerek sustum. Tahmin ettiğim gibi Tuğrul, acıktığını söylemek için dudaklarını kıpırdatmıştı.

''Hadi geçen gittiğimiz lokantaya gidelim.''

Bu anı beklediğim için tereddüt etmeden odama gidip üzerimi değiştirdim. Dejavu yaşadığımı düşündüm. Kapı pervazına yaslanıp aynı sahneyle karşılaşacağımı düşünerek Tuğrul'a baktım. Bu sefer mutfak dolaplarını karıştırıyordu. Bu sahneyi hatırlıyordum. Bulabileceği bir şey olmadığı için pek umursamadım.

Aklıma küçükken zorla gittiğim 'gün' geldi. Hiç sevmezdim altın günlerini. Herkes sırasıyla birbirine aynı miktarda para veriyor sonra verdiklerinin hepsini tekrar topluyor bolca dedikodu yapıp birbirlerinin evlerini, kıyafetlerini ve yaşantısını eleştiriyorlar. Üzerine ''Adet'' diyorlardı. Madem her kapı aynı yola çıkıyor neden ortada para dönüyordu? Neden dinin yasakladığı (dedikoduyu) yapıp, yaptıklarına adet diyorlardı ya?

Not defterime 'altın günü' diye not aldım. Boş bir vaktimde araştıracaktım.

Cüzdanımı, telefonumu ve arabamın anahtarını çantama koyup hazır olduğumu belirten el hareketiyle Tuğrul'un kalkmasını sağladım. Seri hareketlerle avludan çıkıp geçen gittiğimiz lokantaya tekrar uğradık. Saçları kızılın en parlak tonuyla beyazlarını kapatan, kaşları yok denilebilecek kadar seyrek, gri gözlü, yaşlı kadın bıkkınlıkla alnından süzülen terleri elinin tersiyle silerken bana ve Tuğrul'a selam verdi. Hızla önümüzden geçip eski yerlerimize oturmamızı işaret etti. Çantamı masaya koyarak lavaboya gitmek için izin istedim. Tuğrul memnun bir şekilde kafa salladı. Ayaklarımla kapıyı itip zaten kenarda kaldığı için örtme gereği duymadım. Ayna karşısına geçip ellerimi saçlarına geçirdim. Babam sarışındı annem ise sadece beyaz tenli. Neden bu kadar solgun bir cildi olduğunu düşündüm. Annem gibi siyahın en koyu tonu olan saçları ve dik burnundan nefret ediyordum. Neden babamın burnu gibi daha uzun burnum, babamınki gibi daha geniş alnım ve kahve tonlarını kıskandıracak bal rengi gözlerim yoktu? Uzun zaman sonra yeniden lanet okudum. Tek şanslı yönüm huylarımın babama çekmesiydi. Annem gibi çirkef, dedikoducu, tahammülsüz bir kız değildim. Bu yüzden iç güzelliğe daha fazla önem veriyordum. Belki fiziki özelliklerimi babamdan alıp huylarımı annemden alabilirdim. Tesellim buydu.

Kendi kendime dalmıştım aynada benimle beraber lavaboya gelen kadınları inceledim.

Maşalı saçlar, kırmızı dudaklar, ip incecik yüksek topuklu ayakkabılar ve sarıya boyanmış kahverengi saçlar...

Belki de gereksiz bir önyargıda bulunuyordum. Fakat toplum diye bir şey vardı. Laik olmak kıyafet özgürlüğü de demekti toplum buna hazır olmadığı içinse aşırıya kaçmak her zaman anormal kaçıyordu.

Onları incelemeyi kesip aynaya odaklandım. Dikkatimi çekmişlerdi ve bir kız olarak benim dikkatimi çekiyorsa karşı cinsler ne yapardı kim bilir... Yine de her ne olursa olsun kötü bir gözle bakıp yargılamak benim hakkım değildi. Onlar hakkında düşündüğüm her şeyi unutmaya çalıştım.

Kendimden memnun olmam gerekirdi. Belki de bu yüzden bu alakasız şey aklımda belirmişti işte. Her şeye rağmen şuan burada bu tiple ve bu şekilde olduğum için şükretmeliydim.

RUHSALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin