-5-

222 30 3
                                    

Güçlü bir kız yaralarına bakıp bakmamayı dertetmez, yara savaşın süsüdür.

TUĞRUL:

Ofisin kapısını açıp şalterleri kaldırdım. Havasızlık kokusu içimi ezerken çalışma masasının yanındaki pencereyi açtım. Elimdeki mektupları bordo koltuğun üzerine fırlatıp etrafa göz gezdirdim. Ortalık savaş alanı gibiydi tek bir ofisi ev gibi kullanmak hayattaki en rahat şey olsa da ofis düzenlense bile dağınıklık görüntüsü hiçbir zaman gitmiyordu. Mutfak masasının üzerindeki kirli kupaları yıkayıp ters çevirerek kuruması için masaya bıraktım. Dün geceden kalan kıyafetleri yatağın üzerine fırlattım. Telefonumu ve kulaklığımı yatağın yanındaki komodine bırakarak yüzümü yıkmak için banyoya ilerledim. Odayı bastıran küf kokusu banyo yapma istediği uyandırmıştı. Yorgunluktan zor güç ayakta durabilsem de Yakut'un verdiği mektupları merak etmiyor değildim. Diş macununa uzandığım sırada elim aynanın önündeki tıraş köpüğüne çarptı. Ağrıyan belimi tutarak zor güç yere bakmaya çalıştığımda yere düşen jileti ve dökülen losyonları gördüm. Küf kokusuyla karışan ferah bir koku daha fazla uykumu getiriyordu. Diş macununu tekrar yerine koydum. Dökülenleri toplasam da orayı temizlemem gerekirdi. Şu b*ktan ofise ne diye bir günlüğüne temizlikçi tutmadığımı düşündüm. Uzun süre aynaya baktığımda boynumdaki damarların belirginleştiğini fark ettim. Aynada sinirli olduğumu gördüğüm zaman daha fazla sinirleniyordum. Parmaklarım avucuma baskı uyguluyordu ve sinir katsayımın artış gösterdiğini hissediyordum. Kapıyı çarparak koltuğa ilerledim. Mektupları elime alıp oturduğumda gözlerim kapanıyordu. Elimdeki kâğıt parçalarına göz gezdirdim, Yakut'un annesinden gelmişti hepsi.

Bugün cenazeye gitmediğim için kızmıştı. 'annesinden gelen zarflara bakmamış bile' diye içimden geçirmemem mümkün değildi.

''Olaylar ironiye mi sarıyor b*ka mı belli değil.''

Bütün zarfların arkasını okurken elime gelen resimdeki küçük bebek dikkatimi çekmişti.

Küçük dik burnu aynı annesi olduğunu tahmin ettiğim kadının burnunu andırıyordu. Yeni uzayan saçları terden yapışmış ve minik parmaklarını ağzına götürmüş bebeğin Yakut olduğunu tahmin ettim. Üzerindeki kirli sarı bluzu ve pembe pijaması Yakut'un kirli bir şeylerle uğraştığını veya yeni yemek yediğini gösteriyordu. Yakut'u perişan bir şekilde kucağında tutan annesinin yüzündeki daha önce görmediğim iğrenç surat ifadesinden tiksinmiştim. Zarfları açmaya elim gitmemişti. İlk defa hırsızlık yaptığımdaki tedirginliği yaşıyordum. Her şeyden önce Yakut bana güvenmiş ve daha önce açmadığı zarfları okumam için vermişti. İlk mektubu tereddütle açıp okumaya çalıştım.

-Mektup 1- - 20.11.1987-

''Bugün sen doğdun prensesim. Şuan yerimden kalkmamam gerektiği için hemşire seni bana vermiyor. Sanki bir şeylerden huylanıyormuş gibi sürekli ağlıyorsun. O kadar güzelsin ki... Kavisli dik burnun her nefes alıp verdiğinde daralıp genişliyor. Doktor gözlerinin kahverengi olacağını söyledi. Babaannenin ve Dedenin göz rengi mavi olduğu için bir ihtimal veriyorlar. Baban ve bana çekmeni umuyoruz. Baban demişken... Senin için o kadar çırpınan baban oldu. Gerçi ben doğumdayken tek yaptığı babaannene haber vermekti ama sinirlerim biraz da olsun yatıştı ona karşı. Veya ona kıyamadım. Bugün çok fazla koşturduk. İnana biliyor musun? Baban iki kez bayıldı hatta telaştan valizini evde unutmuş. Valizleri alması için eve gittiğinde ertesi gün yurt dışına çıkacağı için hazırladığı valizi getirmiş. O kadar çok güldük ki, Bu odaya ilk yattığından beri sürekli ziyaretçimiz geliyor. Sana hep 'doktor yakut su hazan' diye sesleniyorlar. Söyle prensesim ileride hanım hanımcık bir doktor olacak mısın? Babaannen şimdiden gururlanıyor sürekli yanına yaklaşıp ''Hazanım, sen büyüyünce benim romatizmalarıma çare mi olacaksın?'' diyerek henüz belli bile olmayan saçlarını okşuyor. Aslında en büyük hayalim senin bir şarkıcı olmandı... Baban şarkıcı olursan bize vakit ayıramayacağını söyleyince laflarımı yutmak zorunda kaldım.

...

Şuan babanın kucağındasın. Dayın ve yengen de yanındalar. Baban ellerini yanağında gezdirince hafifçe tebessüm ediyorsun. Umarım ki hayata karşı hep böyle gülebilirsin Hazanım. İnşallah bir gün tanrı izin verir ve bugünkü rezilliklerimize beraber güleriz.

Mektubu okuduğumda sanki suç işlemişim gibi hissediyordum. Yakut, ne annesinin istediği gibi bir doktor olabilmişti ne de annesiyle beraber mektupları okuyabilmişti. Gülümsedim.

Kendi halime acımam gerekti. Annem doğum yaparken telaştan valizleri karıştıran bir babam bile olmamıştı. Arkasındaki mektubu açarak okumaya başladım.

-Mektup 2- -20.11.1993-

Meleğim, bugün altı yaşına giriyorsun. Bugün de baban bizimle değil, babaannen hastalandığı için iki gündür acilde, babaannenin yanında kalıyor. Sana bu sabah altının gerçek olup olmadığını nasıl anladığımızı anlattım. Babaannen doğum günü hediyesi sana altın küpe aldığı için minik dişlerinle sürekli onu bükmeye çalışıyorsun. Küpe boğazında kalacak diye çok korkuyorum. Sen şuan küçük parmaklarınla 'yüzük makarna' yiyip televizyon izlediğin için bu arada sana hatıra kalmasını istediğimden bunları yazıyorum. Bugün de çok fazla ağladın. Dışarıda gördüğümüz kediyi eve almadığımız için bana kırgın duruyorsun. Hatta kırgın olduğun için ilk kez anne oyun oynayalım mı? Sorusunu sormadın. İleride buna gurur yapmak denildiğini öğreneceksin. Asla basit gördüğün şeylere karşı gurur yapmamalısın. Çünkü sonsuza kadar hayatta kalmayacağımızı ve ölümden sonra bir dünya daha olduğunu biliyorsun. Az sonra babanın senin için aldığı yaş pastanın mumlarını yakmak için mutfağa gideceğim. İyi ki bizimlesin seni çok seviyoruz.

Yakut'un babasını kaybettiğini yeni anlayabilmiştim. Yakut bana üç tane amcası olduğundan bahsetmişti. Fakat babası annesine daha düşkün olduğu için yanında olmak istiyordu. Yani kısa bir süreçten geçiyorlardı o zaman. Yakut babaannesini kaybederse babasını da kaybedeceğinin farkında bile değildi.

Diğer mektuba uzandığımda yazının daha eğikleştiğini ve kalınlaştığını fark ettim. Bu kusursuz yazı mektubun annesinden olmadığının kanıtıydı. Mektubun altına doğru göz gezdirdiğimdeyse yazının Yakut'un babasına ait olduğunu fark ettim.

-Mektup 3- -09.06.2009-

Hayatta her zaman ve her şeyde olduğu gibi hep bir karanlık taraf vardır. Babaannenin çektiği sıkıntılar ne kadar yaşantımızı etkilemekte büyük rol oynasa da annenin ona tahammül edememesi en büyük sıkıntımız oldu. Bana ilk baba deyişini hatırlıyorum cennetteki gül bahçelerinden daha güzel kokunu içime çekerken aldığım tadı hiçbir şeyde bulamıyorum. Sen benim en zor günlerimin umudusun. Beni kötü hatırlamanı istemiyorum. İnan bana senden ayrılmak benim için nefessiz kalmak gibi. Her gün boğuluyorum yokluğunda. Senden af diliyorum kızım. Belki... Hep dostun gibi davranan bir babanın bunları yazması kadar saçma bir şey yoktur. Senden istediğim tek şey bu uzun yolda ayaklarının üzerinde durabilmen.

-Baban

Zarfın içinde gazete kâğıdı inceliğindeki dikdörtgen kesilmiş kâğıdı elimde toparlayarak arkama yaslandım.

''Yalnızlığın çare olmadığını anladığın vakit yaşamak için sebep araman gerekir.''

Babası, Yakut'a son yazısını gönderirken aynı zamanda hayata küsmemesi gerektiğini ve bir arkadaş edinmesini kısaca belirtmişti. Mektuplar elimden kayıp yere düştüğünde gözlerim kapanmak için fırsat bulmuştu. Arkamdaki yastığı yatağa fırlatarak ayaklarımı olduğum yerde karnıma kadar çekip uykuya yenildim.


RUHSALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin