Hayatta, hep bir karanlık taraf vardır. Görmek istemediğimiz, ya da başa çıkamayacağımızı tahmin ettiğimiz.
YAKUT:
Elim komodine gittiğinde dün Tuğrul'a verdiğim mektuplardan birinin orda kaldığını fark ettim. Okumayacaktım tabii ki. Son beş yıldır ne kendi geçmişimle ilgili bir şey merak etmiş nede tesadüfle karşılaşmak istemiştim.
Babam hep hatıraların öneminden bahsederdi. Beş yıl önce yaptığım gibi elimdeki mektubu tekrar alt çekmeceye fırlattım. Kendimle baş başa kalmıştım. Acı çekiyordum, acı çektiğim zamanlarsa daha ağır bir acının bana her şeyi unutturabileceğine inanırdım hep... Liseden kalan kalemtıraşımın bıçağı her zaman olduğu gibi yatağımın yanındaydı. Yatakta kıpırdanırken üzerimdeki kıyafetlerden kurtuldum. Bıçağı kollarımda ve bacaklarımda gezdirmeye başladım. Yatakta cenin pozisyonu aldığımda aklıma gelen geçmişle ilgili her konu için vücuduma ayrı birer çizgi çekiyordum. Diz kapağımın daha fazla kanadığını fark ettiğimde oraya daha fazla çizik atmıştım. Faça atmak böyle bir şeydi 2 dakikalık psikopatlıkla kendinizi kesiyordunuz ve iki dakika sonra yaraların sızısından duramıyordunuz. Gözyaşlarım istemsizce yanaklarımdan süzülürken daha fazla ve daha derin gezdiriyordum bıçağı. Kan içinde kalan yatağın üzerinde toparlanmaya çalışarak oturur pozisyona geldim. Dizlerimi kendime çekerek oturup tırnaklarımı bacağıma batırarak destek alıyordum. Bunu yapabilmek muhteşem bir şeydi. Evrendeki her varlığın içinde soyut ya da somut bir şeyler vardır. Benim içimdeki tek şey geçmişe yönelik acılarım ve organlarım olduğunu fark ettiğimde hep bu yöntemle soyut olanlardan kurtulmaya çalıştım. İşin doğrusu acılardan kurtulamazdınız. Bu sadece iki veya üç saatliğine geçici bir çözümdü. Gözyaşlarım durduğunda tekrar yaralarıma baktım. Pıhtılaşmış kan yaranın üzerinde donmuş gibiydi. Solgun ve belirginleşen damarlarım çaresizliğimi haykırıyordu. Yastığıma tekrar yaslanarak gözlerimi kapattım. Gözyaşlarım dökülmek için savaş verse de gözlerimi açmayacaktım. Ağzımdan kaçan hıçkırıklara engel olamadım.
Konuşmayı saçma buluyordum. Aptal aptal sırıtmayı, gülmeyi... Olumlu olan her şeyden nefret ederdim. Babamı gereksiz sebeplerden elimden alan Dünya'ya hangi yüzle gülecektim? Meydan okumaya karşıydım artık. Tecrübeler beni böyle biri yapmıştı. Yenilmiştim ve geri kalan közleri tekrar canlandıramazdım. Denemiştim çünkü.
''Bırak kanasın, yaralarına baktıkça ne kadar cesaretli olduğunu hissedersin.''
Babam bana hep bunu söylerdi, böyle öğrenmiştim. Annemse hep,
''Bırak kanasın, yaralarına bakarsan yenilgini görürsün ve savaşa başlamadan yenilirsin.'' Derdi.
İki cümle içimde gülme isteği uyandırıyordu. Aslında hep aynı şeyi söylemek istemişlerdi ve yıllarca kendi sözlerini savunma uğruna kavgalar etmişlerdi.
''Bırak kanasın, onları umursama. Güçlü bir kız yaralarına bakıp bakmamayı dert etmez. Yara savaşın süsüdür.''
Kendime geldiğimde kan içerisinde kalan yataktan yavaşça yere sıyrıldım. Diz kapaklarım yerle buluştuğunda sızladı. Acıyla inlerken zor güç ayağa kalktım. Aynaya baktığımda ne kadar acınası hale olduğumu düşündüm. Yüzüm bembeyaz ve solgun gözüküyordu. Halsiz hissetmeme rağmen mazoşistçe gülümsedim. Gülümsedim çünkü yapabileceğim başka hiçbir şey yoktu. Bir nevi gülümsemek zorunda kaldım.
Banyo kapısını zor güç açıp aynaya bakmamaya dikkat ederek küveti sıcak suyla doldurdum. Sıcak suyu seviyordum, yaraları daha fazla yumuşatıp kanatıyordu. Aynı zamanda pıhtılaşmış kanı temizleyen tek şeyde oydu. Vücuduma daha az temas etmeye çalışarak bir şekilde temizlenmiştim. Ilık bir duş almak için küveti boşalttım.