Beynim çalkalanıyordu, ayılmaya çalışırken her hareketimde vücudumda daha fazla kesik oluştuğunu hissediyordum. Canım yanıyordu, hem ruhsal, hem bedensel olarak.
-Uyan bakalım fare...
Katil gülümsüyordu :
-Vay vay. Jonathan Lynch he... Tanışmak güzel seninle... İsmim Joshua "Sopa" Niagara.
Pis pis sırıttım :
- Niagara kadar güzel çığlık atıyor musun peki?
Beyzbol sopasıyla karşımda duram oydu ve bir sandalyeye jiletli telle bağlıydım, onu kızdırmak muhtemelen yapılacak en akıllıca şeydi.
Kendimi toparlamaya çalışırken, ağzımdan kan dökülüyordu, eğleniyordum, olayın asıl makarası buradaydı.
-Biraz gülmekte problem yok sanırım, eğleniyorsan problem yoktur. Mesela ben, çizgi filmleri çok severim, General Beyzbol Sopası favorumdir.
Sopasını kenara yasladı, terini sildi ve tekrardan o katil edasıyla gülümsemeye devam etti.
-Hadi bi mola alalım, ben bara giderim, belki bir iki soğuk bira içerim. Ama merak etme. Geri gelip oyunumu bitiririm.
Kapı gürültülü bir sesle kapandı...
Bu olayın bir görkemi yoktu, hatalarımsa ardı ardına sıralanıyordu. Başlangıcı ucu başı belli olmayan bir ihbarı kabul etmek değildi, arkama dikkat etmeyip sağlam darbeyi yemek veya elinde beyzbol sopası olan bir katille dalga geçmek dahi değildi. Güven. Güvenmek benim hatamdı.
Sandalyeden gıcırtı gelmeye başlamıştı, bense kendimi sarsarak kurtulmaya çalışıyordum, her hareketimde jiletli tel biraz daha vücudumu kesiyordu. Sandalye daha fazla dayanamadı.
Kırıldı ve ben hali hazır yere düştüm. Biraz çaba ile kendimi kurtardım, fakat sol elim çok kötü kesildi, acı içinde bağırdım...
Silah namına tek sahip olduğum şey Joshua'nın sopasıydı. Kendi kanımla yapış yapış.
Silahım olmadan Joshua'nın adamlarıyla aşık atamazdım, onlarla saklambaç oynamam gerekiyordu.
Odanın köşesindeki dolap gözüme ilişti, beyzbol sopasının ucuyla vurdum ve kilidi kırdım. İçerde bir kutu ağrı kesici vardı. Bu tür eşyaları etrafta bırakmamalılardı. Kutuyu açıp ağzıma iki tane attım ve cebime koydum.
Sessizce kapıya yaklaştım. Beni taşıdıkları alenen belliydi. Kilidi kontrol ettim, kapı açıktı, yavaşça araladım, dışarıda kimse olup olmadığını kontrol ettim.
Uzun bir hol, sonra iki ucu açık bir koridor. Temkinli olmak işime yarardı. Sağ uçtan yanaştım. Kenarda bir herif yaslanmış sigara içiyordu. Sopayı sıkıca kavradım, cebimdeki hap kutusuna ulaştım. Usulca koridorun ucuna salladım. Adam garip bir şekilde ; "Noluyor 'mına goyim yav?" diye homurdandı.
Kutuya doğru ilerlerken arkasından yaklaşıp boynuna sağlam şekilde yapıştırdım sopayı, kafasını duvara şiddetle vurup bayıldı.
Kabzasına ulaştım, boştu. Joshua'nın kaçacağımı bilmesi ihtimaliyle ürperdim. Asansör sesi duydum, hafif bir panik içinde adamın ayaklarını yakaladım, beni bağladıkları odaya doğru çekiştirmeye başladım. Kapıyı kapattım, beyzbol sopasını kapı koluna yapıştırıp kırdım. Daha sonra kapının destek menteselerine baktım. Eski bir mahzen kapısıydı. Tahta kilit desteği vardı, sopayı oraya yerleştirdim ve koşarak koridorun sağ dönüşündeki duvara yapıştım.
Asansördeki heriflerin ruhu bile duymamıştı. Çıkıp ters yönde ilerlemeye başladılar. Asansöre ilerledim. Elim butona gitti. Ama riskliydi. Elimi tavana attım, cam bir panel vardı. Ceketimi çıkardım, cam panele vurdum ve üstüne tırmandım. Acil çıkış merdivenini kullanarak bir havalandırma çıkışı aramaya başladım.
İkinci katın kapısının altında sığabilecegim bir delik vardı, içeri attım kendimi, ve ilerlemeye başladım. Dengemi kaybettim ve kayarak lağımı boyladım.
Yumuşak birşeyin üzerine düşmüş olmam beni ferahlattı, fakat neyin üzerine düştüğümü anlayınca midem bulandı. Benim bile.
Yaklaşık 5 ceset vardı. Çabucak ayaklandım ve kendimi toparladım, ve lağımda ilerlemeye başladım. 10 dakikalık bir ilerleyişten sonda yolun sonuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık : Kayıp Halka
ActionBenliğini kenara fırlatan ve başkaları için yaşayan, bir yandan geçmişiyle uğraşan, karanlıkta boğulan adamın hikâyesi.