Bölüm 6 - "Geceden korkup gündüze sığınanlar..."

62 3 0
                                    

Ertesi gün, Dedektiflik Bürosu'ndaki masamda öfkeli bir şekilde oturuyordum. Başım çatlıyordu. Rachel hala aramamıştı. Şef Jefferson ve Bruggen'i zaten Minik onları çıkarttığından beri görmemiştim.

Neden? Neden her gittiğim yere bela götürmek zorundaydım? Neden başka insanların canları yanmak zorundaydı? Huzur bana nedem yasaktı? Düşüncelerimde boğulurken telefon çalarken kendime geldim.

-He?

-John? Ben Rachel.

Sesi ağlamaklı geliyordu.

-Rachel? Bir problem mi var yoksa?

-Matt. Onu...

Ağlamaya başladı. Söze devam etmesine gerek yoktu. Anlamıştım.

-Bekle Rachel. Hemen geliyorum.

'67 Impala'ya da bir hüzün çökmüştü. Yağmur yağıyordu. Bindim ve cehennem peşimden geliyormuşcasına gazladım.

Castillo Da Carson Özel Jasper Hastanesi şehrin biraz dışındaydı. 40 dakikalık yolu 10 dakikada kat ettim.

Oraya gittiğimde çok geçti. Matthew ölmüştü. Rachel bana sarıldı. İçimi buruk bir hüzün kapladı. Kendimden geçtim.

Kapıdan Jefferson girdi. Üstü başı kan içindeydi. Van Bruggen'in sedyede kanlar içinde önümden geçtiğini gördüm. Yıkıldım.

Hastaneden kendimi nasıl dışarı attım bilmiyorum. Castillo Da Carson'a tepeden bakan bir nokta vardı. Oraya sürdüm. Bir şişe viski açtım. Unutana kadar içmeye karar verdim.

Güneş yükselirken yağmur damlaları suratıma balyoz gibi inerken uyandım. Toprak yüzeyden kalkmak için debelendim. 3 şişenin birine takıldım ve tökezledim, yere düştüm. Viski daha fazla içimde durmadı. Kustum.

Her ne kadar toplum içinde sert adam rolünde bürünsemde, kendimle başbaşa kalınca çok yumuşaktım. Ağladım. Bağıra bağıra. Kimse duymazdı nasıl olsa. Şekeri alınmış masum bebekler gibi, acı içinde ağladım. Sevgiden yoksunlukla, aşktan bir habermişçesine ağladım. Onsuzluğuma ağladım.

-Zayıf düşme John. Ben hep yanındayım.

Melek gibi sesi beynimde her yankılandığında, Jane'in yüzü beynimdeki her düşünceye sıçradığında, daha çok ağladım. Dizlerimin üzerine çöktüm ve ellerimi açtım, ellerim, onun ellerinden yoksundu. Gözlerimden düşen yaşlar ellerime dokunduğunda, çığlık çığlığa, daha çok ağladım.

Telefon acı bir şekilde çalıyordu. Açtım.

-Evlât?

-Efendim şef?

-Van Bruggen'i kaybettik. Matthew ve onun cenazesi iki saat sonra Ravenswood'da olacak. Gelebilecekmisin?

Sesinde, evladını kaybetmiş bir babanın burukluğu vardı. İnsan hayatına verdiği değeri anladım. Sessiz kaldım. Kelimeler boğazımda düğümlendi.

-John?

-Orda olacağım şef. Merak etme...

Kalktım ve Impala'ya bindim. Hotele gittim. İnsanların merak dolu gözleri beni izlerken odaya girdim. Bir duş aldım. Takım elbisemi giyip yola çıktım.

Ravenswood'da sanki bütün halk toplanmıştı. Ağlaşanlar, sessiz kalanlar. En önde yerimi aldım.

Cenaze töreninden sonra Rachel, Şef ve ben Impala'yla Carson'a geri döndük. Rachel'ı eve bıraktım. Daha sonra Şef'in evine geldim. O babacan ifadesiyle bana baktı.

-Yıkıldın iyice evlât.

Sessiz kaldım. Göz yaşlarım yanaklarımdan düştüğünde ona babama sarılır gibi sarıldım. Kelimeler ağzımdan döküldü...

-Neden şef? Neden hep çevremden kayıp veriyorum? Neden hep benim canım yanıyor? Neden bu savaşta bu kadar kayıp veriyorum? Ve bunu yapanlar. Neden hakettiklerini bulmuyorlar? Nerede adalet şef? Benim mutluluğum, sevincim, benim huzurum nerede ha? Cevap versene!

Omzunda ağlarken o gözyaşlarını tuttu. Hayat felsefesini tecrübesiyle harmanladı. Ve kelimeleri beynime çivi gibi çaktı.

-Zor günler geçiriyoruz evlât, farkındayım. Kayıplar veriyoruz. Ama savaşmaya hala gücümüz var. Hâlâ bizim olan mutluluğun peşinden gururla, canla başla koşuyoruz. O pislikler. Hepsinin ipini çekeceğiz. Unutma evlat. Geceden korkup gündüze sığınanlar, alacakaranlık çökünce kaçacak delik ararlar. Ve sana söyleyeceğim şey şu. Öfkeni sakla. Gün batmaya başladı bile.

Sıkıca sarıldı. Omzuma vurdu, ve arabadan indi. Gün batmaya başlıyordu. Zaman, onların aleyhine akıp gidiyordu. Benim olanı alma vakti gelmek üzereydi...

Karanlık : Kayıp HalkaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin