Herkese merhaba. İki haberim var, biri iyi, biri o kadar da iyi değil. Önce iyi olan. Artık başlıyoruz. O kadar da iyi olmayan... İki sorun var, biri ailevi, ne yazık ki burada açıklayamıyorum. Diğeri de bulunacağım yerde internet çekmiyor. O yüzden ikinci bölüm tarihi ne zaman bilmiyorum. İlk fırsatta yayınlayacağım.
Anlayışınız için teşekkür eder, ilk bölümü takdim ederim.
Keyifli okumalar.
E.S.BÖLÜM 1
İklim, gözlerini yumup kendini okyanus esintisinin o tatlı rüzgarına bıraktı. Yorgun... Şu an için hissedebildiği tek şey buydu. Yorgundu. Sağ yanında bir şey acıdı, bir zamanlar böbreğinin olduğu yerde. Sızlanan bir kadın olmamıştı, sızlanan bir çocuk bile olmamıştı, İklim. En büyük hayali babasının aptallığının ellerinde hiç olup gittiğinde bile ağlamamıştı. Düşünmek istemedi. Ne babasını, ne annesini, ne Kenan'ı ne Ahmet'i. Geçmişi düşünmek istemiyordu.
İklim geleceği bile düşünmek istemiyordu. Şu an... Tek düşündüğü şu andı. Kitabını, göz alıcı, yumuşak kumlara bırakıp şezlongundan kalkıp deniz kenarına yürüdü. Elbisesi tatlı bir şekilde tenine çarpıyor ve okyanustan uçup gelen su damlacıkları bacaklarını ıslatıyordu. Neşeli bir gülümseme takıldı dudaklarına. Keyif. Yorgunluğunu alıp giden kısacık an süren bir keyif hissetti. O geceden sonra ilk kez sakin, tasasız bir keyif hissetti.
Kenan Azizoğlu... Bu ismi hatırlar hatırlamaz tüm bedeni kasıldı. Peri masalı gibi başlamıştı herşey. O sondu. İnanmıştı kadın. Kötü ilişkiler, gelecek korkusu, bağlanma kaygısı, hepsi bitmişti. Güzel ve mutlu geçen altı ayın sonunda gelen evlilik teklifine haykırarak 'evet' demişti. Ahmet Yurdakul yoktu mesela. Adama nikah masasında hayır demiş olmasının bir önemi yoktu Kenan için. Onlar Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirindi. Taa ki Şirin, Ferhat'ın içindeki şiddet eğilimini keşfedene dek. Okyanusun huzuru bile o dehşet dakikaları hatırlamasını engelleyemedi. Sıradan bir cumartesi olarak başlamıştı, ılık bir bahar günü, boğaz manzaralı bir kahvaltı, romantik bakışmalar... Ta ki garson elindeki suyu yanlışlıkla İklim'in üstüne dökene kadar. Sonrası çığlıklar ve zavallı garsonu yere yıkıp yumruk atan Kenan'ın savurduğu küfürlerdi.
Aptaldın, diye fısıldadı kendine. Görmüştü, oradaydı. Adamın eline bir bıçak alıp birini böbreğinden edebileceği öfke tam o an, tam karşısındaydı ama İklim aptal gibi, "özür dilerim sevgilim. Bu aralar işleri biliyorsun, şu ihale. Çok stresliyim" yalanını yutmuştu. O en son vazgeçişte bile İklim'in Kenandan kaçmasını sağlayan asıl şey İklimdeki o erkeklere duyduğu o güvensizlik, o bağlanma korkusuydu, Kenan'ın şiddet eğilimi değil. Kafasındaki düşünceleri zihninin gerisine itti. Otelin bungalov barına doğru ilerledi. Ortadan kaybolalı çok uzun zaman olmuştu ve artık ailesine haber vermesi gerektiğini biliyordu. Şimdiye kadar dedesi ve Saye çıldırmış olmalılardı. Bilmek yapmayı kolaylaştırmıyordu. Gözlerini yumdu ve numarayı çevirdi. Korkunun ecele faydası yoktu.Kadını daha önce bir yerde gördüğünden emindi. İnce fiziği, uzun boyu, neredeyse poposuna kadar uzanan kopkoyu kestane saçları çok tanıdıktı. Güzeldi, şüphesiz çok güzeldi ama egzotik ya da vahşi bir güzellikten çok, huzur dolu, sakin yine de çarpıcı bir güzelliği vardı. Çınar, tam da bu yüzden kadının neden ilgisini çektiğini anlamamıştı. O daha yırtıcı güzellikleri severdi, gözleri vahşi kedileri andıran kadınları. Oysa bu kadının damarlarında adeta mavi kan akıyordu.
Kadını ilk kez bir hafta önce görmüştü, kumsalda tek başına, üzerinde gurup rengi elbisesiyle bir tablodan fırlamış gibi duruyordu.
Çınar, yıllardır ünlü bir restoran zincirinin hem CEOsu hem de şefiydi, tecrübelerine göre, ki hatırı sayılır derecede tecrübesi vardı, kadınlar parası olan ve yemek yapmayı bilen erkekleri seviyorlardı ve Çınar, iki özelliğe de sahipti. Pek çok kadın tanımıştı, bazılarını tanımasa daha mutlu bir adam olabilirdi ama hiçbiri onu sadece batan bir güneşi izleyerek etkilemeyi becerememişti.
Öyle etekleri rüzgarda hafifçe dalgalanırken, sanki kendini görünmez bir düşmandan korumak istermiş gibi kollarını vücudunun etrafına sarmış ve neredeyse bir saat denizin sakin kıpırtılarını izlemişti, Çınar da onu.
Ertesi gün ve sonraki günlerde de tek başına bazen öylece boşluğa bakmış bazen de elinde hiç okumadığı bir kitapla şezlonguna uzanmıştı.
Bali, büyük ve turistik bir adaydı, bir turistin kim olduğunu öğrenmek için fazla büyük ve fazla kalabalıktı. Açılması gereken bir restoranı, imzalanması gereken anlaşmaları vardı ve tanımadığı bir kadını araştırmak için yeterli vakti yoktu, her ne kadar bu çok cazip bir fikirmiş gibi görünse de.
Bir hafta sonra kadın yine karşısındaydı işte. Başında güzel yüzünü örten sarı kurdeleli hasır bir şapka, üzerinde ayak bileklerine kadar inen su yeşili bir elbise vardı.
Otelin barına oturmuş etrafındaki birkaç çift erkek gözünün varlığından habersiz telefonla konuşuyordu.
"Çınar Bey, toplantı, geç kalıyoruz."
Asistanının sesiyle kendisine geldi. Son imzaları artık atmaları gerekiyordu. Başını sallayarak ilerlemeye başladı ve tam barın yanından geçerken hiç ummadığı bir şey oldu.
"Sen benim söylediklerimi dinlemiyor musun?" diye çıkıştı kadın ve Çınar yeniden olduğu yerde kaldı.
"Vay vay vay, dünya hakikatten küçükmüş"
Bir haftadır uzaktan uzağa izlediği kadın öz be öz Türk çıkmıştı. Tam hareketlenmişken durması asistanının dikkatini çekmişti
"Çınar Bey?"
"Benim acil bir işim çıktı, toplantıyı öğleden sonraya ertelesinler."
"Ama"
Şaşkın asistanını arkasında bırakıp bara doğru ilerledi ve kadınla arasında az bir mesafe bırakıp tabureye oturdu. Barmene gelişigüzel bir içki söyledi ve kadının konuşmasına pek de utanç duymadan kulak kabarttı.
"Nerede olduğum önemli değil." Sabır diler gibi kafasını göğe kaldırdı. "Hayır şu an için dönmeyi düşünmüyorum, kafamı toplamaya ihtiyacım var"
Bir süre karşı tarafı dinleyip "Bizim ailede mi?" diye sordu. "Bizim ailede yalnız kalmak diye bir fiil çekimlenemez bile. Her neyse sadece iyi ve güvende olduğumu bilin, hakkımda Kırmızı Bülten falan çıkarttırmaya kalkma diye aradım. Sizi seviyorum."
Telefonu barın üzerine koydu, içini çekip barmeni çağırdı "Gin and Tonic, please*" dedi
"Canın tahmin ettiğimden daha sıkkın olmalı" kafasını çevirip ona baktığında Çınar şapkasının gizlediği koyu ve parlak kehribar rengi gözlerini farketti. Ama o gözlerde en ufak bir şaşkınlık ifadesi yoktu. Tanıyordu ki bu pek şaşırtıcı değildi, özellikle de Çınar'ın hemen her hafta gazetelere manşet olduğu düşünüldüğünde.
Yine de "Çınar" diyerek kendini tanıttı.
"Biliyorum"
Tarihin en sıcakkanlı tanışması sayılmazdı. Yine de Çınar bir süre kadının kendisini tanıtmasını bekledi. Onun yerine kadın içkisine dönmeyi tercih etti, sanki Çınar orada değilmiş gibi.
Tamam, burada biraz ego olabilir. "Genellikle insanlar biri tanışmak için onlara adını söylediğinde kendi isimlerini söyleyerek karşılık verirler. 'Benim adım Çınar' 'Memnun oldum Çınar, ben de Ayşe.'"
"Genellikle kibar insanlar onlarla tanışmak istemeyen insanları tanışmaya zorlamazlar"
"Seni zorladığımı söyleyemeyezsin."
"Dürttün diyelim."
"Sana elimi bile sürmedim." Kadının kaşı onu tartar gibi havaya kalktı. Sözlerindeki çifte anlamı kaçırmamıştı.
"İstediğim sadece biraz yalnız kalmak. Gerçekten."
"Biliyorum, söylediklerine kulak misafiri oldum. Ama bazen bir yabancıyla konuşmak, tanıyan biriyle konuşmaktan ya da hiç konuşmamaktan daha iyidir."
"Kulak misafiri mi oldun? Bana özellikle dinlemişsin gibi gelmişti."
Çınar, yaralanmış gibi elini göğsünün üzerine koydu. "İftira atıyorsun."
Kadın elinde olmadan gülümseyince Çınar hanesine bir kaç puan yazıldığını anladı.
"O bir gülümseme mi yoksa bana mı öyle geliyor."
Kadın aniden ciddileşti "Sana öyle geliyor."
"Üzgünüm ama verilen gülümseme geri alınmaz. Şirket politikamız böyle."
"Müşteri memnuniyeti diyorsun."
"Aynen öyle müşteri bizim veli nimetimiz."
Kadından bu kez daha büyük bir gülümseme kapınca şansını bir kez daha zorladı.
"Bence bu kocaman ve çok güzel gülümsemenin karşılığında adını öğrenmeyi hak ettim."
Kadının bakışları önce merakla gölgelendi kısa süreli bir şaşkınlığın ardından gülümsedi. "Memnun oldum Çınar, ben de Melis"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN TADI: Acı&Tatlı (Mükemmel Planlar Serisi 3)
Roman d'amourMuhteşem kuzenlerin maceraları devam ediyor. İklim Aytaç şüphesiz ki dört kuzenin içinde en "sıradan" olandı. Yoksa değil miydi? Sorumsuz anne, bencil baba, mahvolan bir çocukluk hayali. Belki de o kadar sıradan değildi. Günü deli kuzenleri ve düny...