Yüzünü yastığa gömüp mutfaktan yükselen seslere kulağını tıkamak istedi. Başaramadı. Annesi yüksek ihtimalle hep yaptığı gibi mutfağını gasp etmiş, birazdan da Yağmur'la kan, gözyaşı, nefret, entrika dolu bir kavgaya tutuşacaktı.Yataktan kalktı, banyoya ilerledi. Göz ucuyla dün akşam yerde bıraktığı pantolonu ve gömleğine kısa bir bakış attı. Kıyafetleri de onun gibi alkol kokuyordu. Duşu soğuk suya ayarlarken şu an için tek istediği annesinin odaya girmemesiydi. Otuz beşinde bir erkek bile annesinin azarından çekinebilirdi. Soğuk su üzerinden akıp giderken dün yaşadıklarını düşündü.
Melis... Adının bu olmadığını biliyordu. Ama İklim onun için Melisti. Sahi Çınar en son kaç yıl önce bir kadını bu kadar istemişti? Eğer hayalindeki kadını çiz deselerdi o kesinlikle İklim olmazdı. Çınar... Kesinlikle daha seksi kadınlardan hoşlanırdı. Büyük göğüsleri, geniş kalçaları, orantılı bir beli olan, her baktığında seksi çağrıştıran kadınlara ilgi duyardı. Kraliçe Elizabeth'i tahtından indirmeye yemin etmiş gibi görünen kadınları değil. Zarafetin bir kadında aradığı bir özellik olabileceği aklına dahi gelmemişti. Ta ki düne kadar. İklim öyle çok bilmiş, ukala ağzıyla karşısında dikilip, başında pırlanta tacı, elinde kraliyet asasıyla ona haddini bildirirken bile zarafetinde en ufak bir çatlak olmamıştı.
Çınar, seksi kadınları severdi. Bu konuda son derece sığ bir erkekti. İnce bir bel, yuvarlak hatlar, dolgun bir fizik... Hollywood'un altın çağında yaşayan bir erkek olmak için birkaç dişini feda edebilirdi. Marilyn Monroe, Liz Taylor, Sophia Loren. Bir erkek daha ne isteyebilirdi ki. Peki ya bu kadınların bacaklarının çapında bir bele sahip bir kadına her baktığında aklının pantolonun içine hapsolması da neyin nesiydi?
En son ne zaman seks yaptığını düşünmeye çalıştı. Evet... düşünmeye çalıştı. Sanıldığı kadar hareketli bir özel hayatı elbette yoktu. Her şeyden önce on üç yaşında bir kızı vardı. Dişilerden daha talepkâr başaran yegane canlılar ergen dişilerdi. Ve Çınar'ın ergeni tüm hayatını babasına kan kusturmaya adamış hırçın, nemrut ve geçimsiz bir dişiydi. Belki de Oğuz meselesini yeniden düşünmeliydi. Hiç olmazsa talepkâr ergen başkasının başına bela olurdu. Aklından geçenle yüzünü buruşturdu. Yağmur çok... küçüktü. Çınar kızının büyümesine hazır değildi.
İçini çekti. Küçük bir kızı ve işletmesi gereken bir restoranı vardı. Yağmur'la hayat her zaman olduğu gibiydi. Zor. Restoranda ise can sıkıcı. Son iki ayın mali tablolarından hoşnut değildi. Hala kâr ediyorlardı ama yeterince değil. Zihninin bir köşesine bu konuyu detaylıca incelemeyi not etti. İşi ve kızı arasında sıkışmıştı. İkisi de yeterince vaktini alırken. Düzenli bir ilişki yaşaması mümkün değildi. Bunu istediğinden değil, isteseydi bile vakti yoktu, her şeyden önce.
Suyu kapatıp raftan bir havlu çekti. Tıraş makinesini çıkarıp aynada yüzünü incelerken aslında hayattan basit şeyler isteyen bir adam olduğunu düşündü. Aşk, evlilik, daha çok para... bunları istemiyordu. Canını verecek kadar çok sevdiği bir kızı vardı zaten. İşinde de başarılıydı. Pek çok ülkede adını taşıyan bir restoran zincirinin şefi ve CEO'suydu. Hayatı boyunca harcayabileceğinden fazlasını zaten kazanıyordu. İstediği ömür boyu sürecek bağlılıklar değildi. Pranga takmak, vaatler sunmak, hayatını adamak istemiyordu
Ölene dek bir sorumluluk aldığında zaten henüz yirmi bir yaşındaydı. Kızına bu sözü vermek zorundaydı. Yağmur onun sorumluluğuydu. Baba olmayı istememiş ama sevmişti. Yine de bu aynı tecrübeyi ikinci kez yaşamak istediği anlamına gelmiyordu. Kızından başka bir kadına dair sorumluluk hissetmek, öyle bir sorumluluğu hayatı boyunca omuzunda taşımak kesinlikle istediği bir şey değildi. Asla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN TADI: Acı&Tatlı (Mükemmel Planlar Serisi 3)
RomanceMuhteşem kuzenlerin maceraları devam ediyor. İklim Aytaç şüphesiz ki dört kuzenin içinde en "sıradan" olandı. Yoksa değil miydi? Sorumsuz anne, bencil baba, mahvolan bir çocukluk hayali. Belki de o kadar sıradan değildi. Günü deli kuzenleri ve düny...