BÖLÜM 3

95 10 0
                                    

"Cenaze evi" diye bir kavram vardır bizde. Genelde ağlayan, feryat eden ya da yas tutan insanların olduğu, orada yaşayan birinin toprağa verildiği yerlerdir buralar. Asla bu kadar boş ve sessiz olmazlar. Olmamaları da iyidir. Geride birilerinin olduğunu gösterir. Oysa dedeme, ardından olacak bir ben bir de bu yaşlı, üzgün ve eklemleri romatizmadan şekilsizleşmiş kadın kalmıştı.

Hayat acımasızdır ve insanlar da kırılgan. Milyonlarca yıldır varlığını sürdürse de insan ölümlere asla alışamayacak. Hayat habire birilerini çalarken bizden, başkalarına da birilerini hediye eder. Biz mi? Biz, "kaybedenler kulübünün" yalnız ve kırgın üyeleri, diğerlerine kızar ve onları kıskanırız. Bizde olmayan bir şeylere sahiptirler çünkü. Ama itiraf etmeyiz kızıp kıskandığımızı. Öyle de gururluyuzdur.

"Elden ayaktan düşmek" derler ya? İşte o evreye gelen biri ya her şeyi içine atar ve susar ya da her fırsatta isyan eder ve çığlıklara boğulur.

Eski evimin kapısında, iki yıldır görmediğim o vefalı kadına sarılıp, sarsılarak ağlarken fark ettim. Bu ev benimdi artık. Ben yalnızdım ve bu evde yalnızca benimdi! Hayır hayır. Ben bunu istemiyordum. Böyle bir "mezarlıkta" anılarla tek başıma olmayı istemiyordum. Ben üniversiteye başladığım ilk iki sene zor alışmıştım yalnızlığa. Şimdi geçmişten gelen hayaletlerle nasıl baş ederdim?

"Beyin kanaması..." Eve girerken böyle söylemişti kadın. Seksen üç yaşındaki dedemin bir gece önce öldüğünü anlatırken böyle söylemişti. Otuz beşinde ölen oğlu, yani babam gibi. Acı çekmeden, bir anda uykusunda... Öksüz ve yetimdim zaten. Şimdi herkesi, sahip olduğum her şeyi kaybetmiştim. Dediğim gibi hayat acımasızdır ve iyi kötü ayrımı yapmaz. Dedem iyi bir adamdı, babam değildi. Annem beni severdi. Babam... Bilmiyorum, severdi herhalde ama bunu bana hiç söylemedi, hiç saçlarımı okşamadı. Annem hayatta olsaydı "ölünün arkasından konuşulmaz" derdi. Canlıysa da arkasından konuşma derler. Kısacası insanlar biri hakkında konuşmanızı istemezler ama yine de içten içe bunu yapmanız için can atarlar. Onlarla biri hakkında konuşursanız, başka biriyle de kendi hakkında konuşacağınızı düşünürler. Kim bilir belki de haklılardır. Belki de boş boğazlı birer papağandan ibaretizdir. İkinci bir kez düşünmeden, laf taşıyan konuşmak için yaşayan birer dedikoducu. Neyse. Dediğim gibi dedem iyi adamdı. Babam tek çocuklarıydı, zaten babaannem de çok geçmeden kanserden ölmüştü. Evet bu ailede talihsizlikler diz boyu. Babamı kötü biri yapan belki de küçük yaşta tanıştığı ölümdü. Dedem tekrar evlenmedi. "Ne dersin Veysel bey, şöyle helal süt emmiş biri olsa, evi çekip çevirse," dendiğinde, "Bir daha aynı olmaz. Benim Ayşe'me denk olmaz hiç bir hatun," derdi. Hoş, yalnızlığa bir kere alışmışsak bunu bozmamak için çok çabalarız. Korkarız belki yeni gelecek birinden. Yeni alışkanlıklar yeni duygular ama eski anılar...

Annemi üç sene önce, üniversiteye başladığım yıl kaybettim. Babamdan sonra evlenmemişti, tıpkı dedem gibi. Şöyle bir düşününce annem önce ölmüş olsa babam kesinlikle evlenirdi. Annem beni üvey bir babaya maruz bırakmamak için evlenmemişti. İyiydik ama yine de bazen onu ağlarken görürdüm. Bana söyleyemezdi ama babamı özlediğini bilirdim. Çünkü ben de özlerdim. Evet ben o kötü adamı özlerdim. İçerdi, hem de her gece. Bazen kendimizi koruyamazdık. Dedem bizi oğlundan kurtarıp yanına almıştı. Sonra babam öldü ve biz de rahat bir nefes aldık. Öldüğü için sevinmemiştik. Ama ne bileyim rahatlamıştık işte. Şiddet yok, küfür yok... Ama bir zamanlar sevdiğimiz bir adam da yoktu hayatımızda.

Emel teyze kendi evine gidip bana yiyecek bir şeyler getirdi sonra da evine gidip yattı. O da hastaydı aslında ama benim için ayaklanmıştı. Cenaze işlerini Emel teyzenin torunu Atilla halletmişti, cenaze yarın kalkacaktı. Bana sadece yas tutmak kalmıştı ve emin olun ben bu konuda oldukça idmanlıyım.

Babamdan çok, dedemle iyi anılarım vardı benim. Benim ikinci babamdı o mavi gözlü ihtiyar. Saçları ben kendimi bildim bileli beyazdı. Sorunca; "Ah senin o işe yaramaz baban sağ olsun erken ihtiyarlattı beni," deyip gülerdi. O zaman gözleri yaşarır gibi olur, oğlunun hasretini hatırlardı. Kaybedilen kişi ne kadar kötü biri olsa da canınızı hep yakar acısı... İki katlı geniş bahçeli bir ev, içinde de sayısız anı ve hüzün... Bana kalan bunlardı. Çıkıp arka bahçeyi gezdim. Ben küçükken bir fidan vardı bu bahçede. Dikilmesi için yerini ben seçmiştim. Elimle koymuş gibi buldum yirmi üç yıl önce dikilen o çınar fidanını. Artık kocamandı ve sapasağlam duruyordu önümde. On yaşındayken Atilla'yla bu ağacın altında oynardık. Bir gün okulda aşı olacağımız zaman Atilla okuldan kaçmıştı. Hem de sıra kendisine gelmişken. Annesi babası, dedem her yeri aramışlardı. Tüm arkadaşlarına bakmışlardı. Bizim arka bahçedeki ağaçlar dışında her yere bakmışlardı. Hava iyice kararınca bahçeye çıkıp ona battaniye ve ekmek götürürken annem bizi bulmuştu. Ufak bir azarla kurtulmuştuk ikimiz de. Anlaşılan bugün gözlerim hiç kurumayacaktı. Gözlerimi silip ağacımdaki salıncağa bindim. Dedem kendi elleriyle kurmuştu bu salıncağı çınar ağacıma. Nasırlı elleriyle ağır ağır çalışıp güzelleştirirdi bu bahçeyi. Daha şimdiden ne çok özlemiştim onu. Üniversiteyi bitirmeden gelmeyi hiç düşünmemiştim. Ve şimdi buraya geri dönmek için bir sebebim de dedem olmuştu. Bir daha oraya geri dönmeyecektim. Hayaletlerle barışabilirdim, dedemin burayı düzelttiği gibi ben de devam edebilirdim kaldığım yerden. Ama büyük bir eksikle.

"Bir kişilik yer daha var mı küçük hanım?"

Atilla'nın sesi bile değişmemişti. Bana seslenişi, bakışı... Gözlerinde büyük bir hüzün vardı. Dikkatli bakınca gözlerindekinin aslında benim hüznüm olduğunu fark etmek mümkündü. Ama asla gözlerine dikkatle bakmamıştım. Ne bugün ne de küçükken... Salıncaktan kalkıp ona tüm gücümle sarıldım, oysa sadece öylece durmakla yetindi. Kollarımın arasından çıkmasına izin verdiğimde yüzümü yere eğdim.

"Cenaze işlerini sen halletmişsin. Çok teşekkür..."

"Yapma. Bu benim görevimdi. Veysel amcaya olan son görevimdi."

Sessizce başımı sallamakla yetindim. Atilla ciddi bir çocuktu ve şimdi de ciddi bir adama dönüşmüştü. Aramıza hep biraz mesafe koyardı bunu çoğu zaman istemeden yapardı. Babası bir askerdi ve babasının tüm özelliklerini almıştı. Ondan asla "canım, tatlım" gibi şeyler duyamazdınız. Onun bu hali bana dünyada hala sırtımı yaslayabileceğim birileri olduğunu hatırlatıyordu.

"Ayla abla nasıl? O da burada mı?"

"Anneannem haberi verince beraber geldik. Çok üzüldü sürekli ağlıyor. Onları boş ver. Sen nasılsın?"

Gidip salıncağa geri oturdum. Cevabını bilmediğim bir soruyu cevaplayamazdım, omuzlarımı silktim. Salıncağın arkasına geçti ve salıncağı sallamaya başladı.

"İkimiz için yapmıştı bunu. Beraber oynayalım diye."

"Sana güveniyordu. Arkadaşım olman için senden daha iyisini düşünemezdi. Hep beni korudun."

"Arkadaşlar böyle yaparlar.Birbirlerini korurlar. Ama bazen acı çekmelerini engelleyemezler."

"Hala arkadaşım olduğun için teşekkür ederim Atilla."

Salıncağı sallamayı bıraktı ve Emel teyzenin evine doğru yürümeye başladı. Duygulandığında hep böyle yapardı. Bırakıp gider ve duygusallığını kendine saklardı. Bir korsanın hazinesini saklaması gibi o da gözyaşlarını saklardı. Yıllar önce annem için gizlice döktüğü yaşlar bu defa da dedem için akacaktı. 

KASABAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin