Ertesi gün öğle yemeğinden sonra gidip Ufaklık'ı aldım klinikten. Beni görünce üzerime atlayıverdi. Buraya bırakılmasının kızgınlığını unutmuştu bile.
Birini gerçekten sevdiyseniz; aşk ya da hoşlanmaktan bahsetmiyorum, gerçekten sevdiyseniz ondan vazgeçemezsiniz. Onu gördüğünüzde içinizde kıpırdanan güzel duyguları yok saymayı deneyebilirsiniz ama bu da her zaman işe yaramaz. Ben babamı severdim. Hala da severim. Ama onu andıkça içimde kıpırdanan tek duygu korkuydu. Ben korkak bir çocuk olarak yetişmiştim. Korkularım ve takıntılarımdan vazgeçmeyi hiç de denemedim. Bir keresinde karanlıktan korkmama rağmen babamdan saklanmak için giysi dolabıma kilitlemiştim kendimi. Akşam yemeği saati gelince annem çıkarmıştı beni dolaptan. Bazı korkular diğerlerinden daha ağır basar.
Ufaklık'ı eve götürüp bahçede kucağımdan indirdim ve gidip eski salıncağa oturdum. Eşyalarımı almıştım, tekrar o yola çıkmak için hiç bir sebebim yoktu. Bu da demek ki orayı bir daha görmek zorunda kalmayacağım. Ufaklık dizlerime tırmanmaya çalışıyordu. Onu da kucağıma alıp salıncakta sallanmaya başladım. Uzun zamandır kendi kendimle bu kadar çok konuşmamış, bu kadar çok saçmalamamıştım.
İki gün sonra Atilla elinde bir dosyayla kapıma geldiğinde, Uluca'yla ilgili rüyayı unutmuştum bile. Ufaklık'a yemeğini veriyordum kapımı çaldığında. Dosyanın üzerinde hiç bir şey yazmıyordu. Arşivlerden topladığı bilgiler, eskimiş yıpranmış resimler, sararmış gazete yazıları vardı dosyada. Elimde iki fincan kahveyle salona geri döndüğümde anlatmaya başladı.
"Askeri arşivler geniş bir ağa sahiptir, üstelik genellikle güvenilir ve eski bilgileri bulabilirsin. Raporlanmış birkaç olay var. Uluca'ya ait kayıtlar 10 yıl öncesine kadar gidiyor. Oraya bakan jandarma karakoluna gelen birkaç şikayet var. Denilene göre birileri gece ahırlara girip hayvanları öldürüyormuş. İlk başta kurt sanılmış, ama hayvanlar boğazları kesilerek öldürüldüğü için bunu bir insanın yaptığından emin olmuşlar. O zamanın jandarma komutanı bizzat kendisi gidip sorgulamış köylüleri. Hiçbir şey çıkmamış tabii. Birkaç hafta bir şey olmamış. Sonra her şey yeniden başlamış. Aldığı parayı beğenmeyen çobandan şüphelenmişler. Ama bir gece çobanın cesedini bulunca işler çığırından çıkmış. Hayvanlar neyse de içlerinden birinin öldürülmesi bardağı taşıran son damla olmuş. Jandarma seferber olmuş, gündüzleri ayrı bir ekip geceleri ayrı bir ekip devriye gezmeye başlamış."
Atilla kahvesinden büyük bir yudum aldı. Şekersiz, sıcak ve sert... Merakla dinlememe aldırmadan uzun bir ara verip beni daha da meraklandırdı ve notlarına baktı.
"Pekala devam edelim. Çobandan sonra olaylar bıçakla kesilmiş gibi birden sona ermiş. Herkes çobanın, suçlu olduğu için intihar ettiğini düşünmüş. Kayıtlara da böyle geçmiş. "Muhtemel intihar vakası," diye. İki yıl sonra kasabadaki ormancılardan birinin 15 yaşındaki oğlu ormanda kaybolunca köylüler ayaklandılar. Arama ekipleri oluşturuldu. Ekibe katılmış jandarma erlerinden birinin izini buldum. Haftaya gidip onunla konuşmayı deneyeceğim. Bunun dışında bir iki olay daha var. Mesela tüm kasaba halkı geceleri sesler duyduklarını söylüyormuş. Yakınlardaki bir köyde yaşıyor dediğim adam. Oraya ulaşmak için Uluca'dan geçmem lazım. Bu araştırma için onay veriyor musun?"
"Gitmen şart mı? Yani telefonla falan görüşemez misin?"
"Orada ne olduğunu ikimizde öğrenmek istiyoruz. Ve oraya gitmek bunun tek yolu. Onay vermezsen elimdeki dosyayı dolaba kilitleyip unutulmaya bırakırım. Unuturum. Bunu benden daha iyi biliyorsun. Ama onay verirsen oraya gider, neler olup bittiğini öğrenmek için şansımı denerim."
"Onay vereceğimi biliyordun. Başından beri. Oraya tek başına gitmeyeceksin. Asla olmaz. Duydun mu beni Atilla?"
"Araştırma için askerlerin birinden yardım isteyebilirim. Ama bu işe başkasını da eklemek beni huzursuz eder."
"Sadece basit bir kasaba. Öyle değil mi? Yani ne olmuş olabilir ki? Orada yaşamak zor olmalı, belki de şehre göç etmişlerdir?"
Bana "eminim öyledir" bakışlarından birini attı.
"Her şeyi geride bırakıp mı göç etmişler? Hepsi birden mi? Cevabı öğrenmekten korkuyorsun Aslı.""Senin oraya gidip bir daha gelmemenden korkuyorum, oranın sadece terk edilmiş olmadığını bildiğim için korkuyorum. Gideceksen beni de yanında götüreceksin. Onayımı istiyorsan beni de o lanet yere götüreceksin."
Elindeki boşalmış fincanı masaya sertçe bırakıp dosyasını aldı ve kapıya gitti. Beni almadan gideceğini adım gibi biliyordum ama ona engel olamazdım. Bu onun kararıydı. Ben ona seçenek sunmuştum ama o beni bu olayın dışında tutmayı tercih ediyordu. Bu olay başlı başına benim yüzümden hayatımıza girmişti oysa! Kapıyı sakince kapatıp evine döndü. Bana sinirlendiyse bile bu çabucak geçmişti. Ama benim korkularım öyle hemen geçeceğe benzemiyordu. Ertesi akşam Emel teyze beni yemeğe çağırdı. Ufaklık'ı da yanımda götürdüm. Köpekçiğim uslu uslu otururken Ayla ablayla ben sofrayı kurduk ve Atilla'nın dönmesini hep birlikte bekledik.
Kararı ne olursa olsun oraya yalnız gitmesine izin vermeyeceğim. Gerekirse peşinden giderim. Bu kasaba hakkında neden böyle hissettiğimi bilmiyordum ama bildiğim bir şey vardı. Atilla boş yere, sırf ben orayı merak ediyorum diye oralara kadar gitmezdi. Yaptığı araştırmada bana anlatmadığı ama ilgisini çeken bir şeyler olmasa askeriyeden izin almazdı. Askeriye onun için asla sadece bir meslek olmamıştı. O mesaisi bitip eve geldiğinde bile bir askerdi. Atilla'yı askerlikten çıkarabilirdiniz ama askerliği Atilla'nın gönlünden çıkaramazdınız. İşinden çıkıp yemeğe geldiğinde gözlerinde o kararlı bakış vardı. Ne karar verdiyse benden ona saygı duymamı isteyecek ve ben de tüm gücümle bu isteğini reddedecektim. Yemek bitip ortalığı topladıktan sonra Atilla da benimle birlikte bahçeye çıktı. Ben savunmamı hazırlamıştım.
"Pekala küçük hanım. Haftaya yola çıkıyorum. Söylediğin şeyleri düşündüm. Ve kararımı verdim."
"Bak Atilla, kararına saygı duyuyorum ama seninle gelmem lazım. Burada kalmamı benden isteyemezsin."
"Zaten benimle geliyorsun, istesen de istemesen de. Sana bunu anlatmaya çalışıyordum. Bu işi sen başlattın ve bizi bu araştırmaya sen sürükledin. Beraber gidiyoruz."
"Gerçekten mi? Beni kandırmaya çalışmıyorsun umarım."
"Aslı, ben asla yalan söylemem."
"Özür dilerim öyle demek istemedim."
"Haftaya cuma yola çıkıyoruz. Yani tam bir hafta sonra. Ufaklık bizde kalabilir. Yusuf abi de iyi bakar ama bahçede oynamak köpeğe daha iyi gelir. Senin yokluğunu daha az hisseder. Bir sırt çantası hazırla. Giyecek bir şeyler alırsın yanına. Diğer her şeyi ben hallederim. İyi akşamlar."
Dönüp eve girmek üzereydi ki onu durdurdum. Bu sefer seslenerek değil, koluna dokunarak durdurdum onu. Önce kolunu tutan elime sonra da şaşkınca yüzüme baktı. Kendisine dokunulmasından hoşlanmazdı hatta nefret ederdi. Küçükken düşer ve bazen kalkmak için yardıma ihtiyacı olurdu. Ama ona dokunmanıza da izin vermezdi. Ama elimi çekmedim bu kez. Diğer elimi de sağ omzuna koydum.
"Benim için tüm bunlara katlanmak zorunda değildin. Ama katlandığın için teşekkür ederim arkadaşım. Kimsesiz olmadığımı bana gösterdiğin için teşekkür ederim."
Küçük bir çocukmuşum gibi bana öyle bir sarılışı vardı ki... Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Bir iki adım uzaklaşıp bana arkasını döndü ve tekrar kapıya doğru yürüdü, içeri girerken; "Umarım bu kararımdan pişman olmam,"dedi ve evine girdi. Duygulara pek yer yoktu onun dünyasında... Ama benim için duygular önemliydi özellikle de ona karşı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KASABA
Cerita PendekSadece terk edilmiş bir kasaba mı?Tabii tabii öyledir :) Siz yine de pek dolaşmayın oralarda...