BÖLÜM 8

36 8 0
                                    

"Atilla, hadi gidip Aslı'yı yemeğe çağır!"

Ayla abla hep bir kızı olsun istemiş ama tek çocuğu da erkek olunca, kız çocuk hasretini benimle kapatmaya çalışmış. Annem Ayla abla için; "O senin manevi annen,"derdi.

Beş dakika sonra kapım çaldı koşup açtım hemen. Ufaklık'ın tasmasını Atilla'nın eline tutuşturup ayakkabılarımı giydim. Tasmayı elinden alıp diğer eve giderken arkadaşım kapımın önünde öylece kalakalmıştı. Benim telaşlı ve sakar halime alışmış olması gerekiyordu bu zamana kadar. Başını iki yana sallayarak benim açık bıraktığım ev kapısını kapatıp peşimden geldi.

"Buradaki insanlara, kapını açık bırakıp gidecek kadar güvendiğini bilmiyordum Aslı."

"Eee..."

"Neyse boş ver. Hadi yemeğe gidelim. Ufaklık'ı eve alabiliriz. Annem evde dolaşmasından rahatsız olmayacağını söyledi."

"İkimiz adına da teşekkür ederim. Atilla, senden bir şey isteyebilir miyim?"

"Ne olursa."

"Benim geri dönmem gerekiyor bir ara. Halletmem gereken bir iki işim var. Dedemin cenazesi için aceleyle geldim."

"Tamam. Ben götürürüm seni. Bir hafta daha izinliyim. Ne zaman istersen gideriz."

"Teşekkür ederim canım."

Biz yemek yerken Ufaklık evin içinde dolaşıp oradan oraya hoplamaya başlayınca bahçeye çıkarmak zorunda kaldık. İki gün önce Yusuf abinin verdiği sprey, neredeyse tamamen geçirmişti yarasını. Afacan bir oğlum vardı artık. Kafasının üzerinde kocaman duran sevimli kulaklarını, siz onunla konuşurken tamamen dikerdi.

Birkaç eski arkadaşımı arayıp iş bulmak hakkında konuştum, Ufaklık'ı yürüyüşe götürdüm, dedemin gözü gibi baktığı bahçeyle biraz uğraştım. Ve işte yine akşam oldu. Ufaklık'la birbirimize çabuk ısınmıştık ve Yusuf abinin önerisiyle temel eğitimine de başladık.

Atilla'ya geri gitmem gerektiğini söyledikten iki gün sonra bir telefon aldım. Üniversitede okurken de evini tuttuğum kadın kalan birkaç eşyamı ne zaman alacağımı soruyordu. Daha kontratımız bitmemişti ama evden çıktığıma göre bir an önce evi boşaltmalıydım. Kadına birkaç gün içinde geleceğimi söyleyip içini rahatlattım.

Yüzüklerin Efendisi'ndeki Leydi Galadriel'in dediği gibi; "İnsanlar tamahkardır." Hep daha fazlası, hep daha çoğu... Eldekiler asla yetmez. Yetinmek nedir bilmeyiz bazen. İnsanlar konusunda alışamayacağım bir şey daha.

Gidip Emel teyzelerin kapısını çaldım. Hemen içeri davet ettiler. Kolluklarında incecik örülmüş danteller olan o toz pembe koltuğa ne zaman otursam kendimi küçük bir çocukmuşum gibi hissederim. Eski bayramları hatırlatır bana. Emel teyzeyle rahmetli kocası Mehmet amca bayramlarda hazırlığa bir hafta önceden başlarlardı. Şekerler, çikolatalar, Emel teyzenin elleriyle yaptığı tatlı... Babam yanımızda olmazdı bazı bayramlarda. Çalıştığını söylerdi ama bir yerlerde içtiğini ya da bir kahvede sigara içip lafladığını bilirdim. Bizi sevmediğini hatta annemle benden nefret ettiğini düşünürdüm. Akşam eve gelirdi, üzerinde ağır bir kokuyla. Sigara ve içki. Tütün kolonyasını severdim. Ama sigara kokusu tüm çocukluğumu çepeçevre sarıyordu. Bir keresinde babam çok kötü bir şey yaptı. Ben daha küçüktüm ama hatırlamayacak kadar değil. Zaten unutmak istesem de unutamazdım. İzi omzumda duruyordu hala. Ben büyüdükçe küçülen ama asla kaybolmayan bir sigara yanığı.

"Emel teyze Atilla evde mi? Benim geri dönmem lazım. Birkaç eşyam oradaki evde kaldı da."

"Bir işi vardı. Arabaya bir şeyler alacakmış. Şehre indi ama gideli çok oldu gelir birazdan."

KASABAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin