Atilla'ya henüz söylemesem de burada kalmaya kararlıydım. Söylememe gerek de yoktu aslında. O beni, benim onu tanıdığım kadar iyi tanırdı. Benim için uzun bir gün olacaktı. Eğer evde kalacaksam yiyecek içecek almanın vakti gelmişti. Çoğu sebze zaten bizim evin yan tarafındaki bahçemizde vardı. Dedem bitkilerden iyi anlardı ve onları yetiştirmek için de bolca boş vakti olmuştu. Kuru gıda ve içecekse hiç sorun değildi. Ama önce bir liste yapmalıydım. Öğleden önce evdeki ufak tefek temizlik işlerini bitirip listeyi hazırlayabildim. Dedem titiz adamdı ve evin kullanılmayan odaları bile tertemizdi. Bu yüzden pek de yorulmadım aslında. Sonra kendime; " Hadi Aslı," dedim "git ve bitir şu alışverişi." Ben alışverişi hiç sevmem. Zorunlu kalmadıkça alışverişe çıkmam ve çıktığımda da bu süreyi oldukça kısa tutmaya çalışırım. Markete gitmem için biraz yürümem gerekiyordu. Yürümek iyidir ama bu kadar sıcak bir havada pek de çekilir iş değil doğrusu. Evin biraz arkasında duran kömürlüğe baksam belki de onu bulurdum. Kömürlüğün anahtarının bir yedeği benim anahtarlığımda asılıydı. Tuğladan yapılmış, küçük bir kulübe boyunda olan yerin kapısını açıp içeri girdim. Küçük penceresinden yeterince ışık alıyordu ama dedem hava karardığında da aradığını bulabilmek için bir de lamba takmıştı buraya. Ve biraz kurcaladıktan sonra aradığımı bulmuştum. Benim güzel siyah bisikletim. Liseyi bitirince annem almıştı bu canavarı. Belki size komik gelecek ama bisikletimin bir adı var: "Canavar". Kedileri hep korkuturdu, nedenini hiç anlamadım. Kömürlükten çıkarıp kapıyı yeniden kilitledim. Canavar'ı ön bahçeye getirip hemen temizlemeye koyuldum.
"Ona gerçekten iyi bakmış ne dersin Aslıcığım?"
Ve işte tüm güzelliğiyle Ayla abla, Atilla'nın annesi. Asker olan kocası ve oğlu ona da biraz askeri bir hava aşılamıştı ama kadının gözlerindeki şefkat buzulları bile eritirdi. O benim ikinci annemdi. Temizliği bitirmiştim zaten. Hemen yanına gidip sarıldım ona. Cenazede de beni bir an olsun yalnız bırakmamıştı. Tıpkı oğlu ve annesi gibi.
"Evet, gerçekten çok iyi bakmış."
"Veysel abi bazen onu ön bahçeye çıkarır tıpkı senin yaptığın gibi temizler, zincirlerini yağlardı. Canavar'ı o da çok severdi."
"Evet. Atilla da çok severdi. Ayla abla ona söylemeyin henüz ama burada kalmaya karar verdim."
Gerçekten annem olsaydı da aynı tepkiyi verirdi. Başını memnuniyetle salladı. Ve benim de zaten tahmin ettiğim şeyi söyledi.
"O zaten burada kalacağından emindi kızım."
Atilla asla kaybedeceğini bildiği bir anlaşmaya girmezdi. Her zaman ki gibi haklıydı.
"Aslı, görüyorum ki bir yere gidiyorsun. Ama işin bitince bize uğra. Annem en sevdiği kız torunun yemekte bizimle olmasını istiyor. Bizi kırmazsın değil mi kızım?"
"Tabii ki gelirim. Ev için bir şeyler almaya gidiyordum. Dönüşte size uğrarım Ayla abla."
"Geri döndüğüne çok sevindim. Hepimiz sevindik. Bu arada alışverişten dönünce Atilla'ya seslen torbaları taşımana yardım etsin."
Bunu bana söylemesine gerek yoktu. Geldiğimi görünce Atilla'ya zaten kendisi tembihlerdi. Anneler hep kızlarına daha çok yardım etmeyi sever sanırım. Özellikle de işin içinde alışveriş varsa... Ve taşınacak bir şeyler varsa.
Markette, ne kadar çok tanıdığınız insan görebileceğinize inanamazsınız. Sanki herkes sizin dönüşünüzü beklemiştir alışverişe çıkmak için. Normalde yarım saat sürecek alışverişi bir buçuk saatte bitirip, beş altı tanıdıkla ayak üstü sohbet ettikten sonra torbaları Canavar'ın arkasındaki kullanışlı sepete yükledim. İnsanların "ayak üstü" dediği sohbette neler öğrenebileceğime hala şaşırıyorum. İlkokul arkadaşlarımdan biri okulu bırakıp sevdiği adamla evlenmiş. Benimle sürekli dalga geçen çocuklardan biri artık bir babaymış. Ne bu acele! Yaşı benden en fazla iki yıl büyüktü. Neden hayatta bu kadar aceleciyiz? Doğumdan ölüme kadar olan o aralıkta yapabildiğimiz kadar çok şey yaşamaya çalışıyoruz. Hele de birilerini kaybetmeye başlayınca ölüm korkusu sarıyor bizi de. Gençler ölümü düşünmez diyenler varsa hala onlara tek bir cevabım var: YA-NI-LI-YOR-LAR. Ölümü düşünmediğim bir an bile yoktur. Ölümden korktuğum falan yok sadece doğanın bir parçasını benimsedim o kadar. Mesela şuan bisikletimle alışverişten dönerken bile her an ölümle karşılaşabilirim. Yaş, asla ölüme engel değildir.
Daha bisikletimden yeni inmiştim ki, Atilla yardımıma koştu. Atilla torbaların çoğunu kucaklamışken Ayla ablayı camdan bana el sallarken gördüm. Ben de ona aynı şekilde cevap verip arkadaşıma kapıyı açtım. Elindekileri mutfak masasının üzerine bırakıp bana şöyle bir baktı.
"Bir hafta için çok fazla değil mi bunlar Gizem?"
Bu aslında bir soru değil bir onay almaydı. Kalacağımı zaten biliyordu yine de yüzde yüz emin olmalıydı. Babasından kalan bir özellik daha.
"Burada kalmaya karar verdim. Ki, sen zaten bunu biliyorsun."
Bilmişlik taslamak ona göre değildi. Sadece başını evet anlamında salladı o kadar. Bunca yıllık arkadaşlığımızda bir kere bile yüzünde "ben sana demiştim" bakışını görmedim. Ben burada değilken izin günlerinde gelip dedeme yardım ederdi. Bunu Atilla bana hiç söylemedi, söylemez de zaten. Ama dedem bana telefonda hep anlatırdı. Dedem benim eski zamanları özlediğimi iyi bilirdi. Bir keresinde, bana Osmanlıca'yı hatırlatan el yazısıyla dört sayfalık bir mektup göndermişti, sırf kimse kimseye mektup göndermiyor dediğim için. Çok özledim dedemi.
Belki de bunlar dolaba yumurta yerleştirirken düşünülecek şeyler değildi. Yere düşürdüğüm ve ortalığı batıran yumurta bunun en sağlam kanıtı olmalı.
"İyi misin?"
"Sadece dalgınlığıma denk geldi. Temizlerim şimdi."
Elimde temizlik bezi ve su dolu küçük bir kovayla geri geldiğimde Atilla yumurtaları dolaba dizmişti bile. Ben gelince dolabı kapatıp yerdeki yumurtaya basmadan kenara çekildi. Ben temizlerken o da başımda dikiliyordu.
"Yardım ettiğin için teşekkür ederim Atilla."
"Alt tarafı poşetlerini taşıdım. Tek başına da halledebilirdin."
"Ayla abla öyle düşünmüyor sanırım."
"Annemden bahsetmişken sofrayı hazırlamaya başlamışlardı ben gelirken. Acele etsek iyi olur."
Birkaç dakikada ortalığı toplayıp evden çıktık. Emel teyze benim için çok fazla zahmete girmişti. O kadar çok yiyecek vardı ki, Atilla'nın yüzbaşılık yaptığı askerlerin yarısı doyardı. Ve benim hepsinden, biraz biraz da olsa yemem bekleniyordu. Pekala, zayıf bir kız olabilirim ama ne kadar çok yiyebildiğimi görseniz şaşardınız. Böyle güzel aile yemeklerine alışmakta hiç zorluk çekeceğimi zannetmiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KASABA
Short StorySadece terk edilmiş bir kasaba mı?Tabii tabii öyledir :) Siz yine de pek dolaşmayın oralarda...