Uyandığımda saat henüz gece yarısını geçiyordu demek ki beynime göre bu kadar uyku bana yeterliydi. Gözlerimi zar zor aralayıp pencereden dışarı baktığımda bunun bir kabus olduğunu düşündüm. Ya da şu "sahte uyanış" denilen rüya içinde rüyalardan biri zannettim. Edgar Allan Poe'nin dediği gibi: "Bütün gördüklerimiz veya gördüğümüzü sandıklarımız rüya içinde rüya..."
Herkes yaşamıştır belki de, bir rüyadan uyandığınızı sanırsınız ama uyanışınız da bir rüyadır. Ama değildi işte. Lanet bir rüyada ya da kabusta değildim. Ayakkabılarım çamur içindeydi ve Atilla'nın bizim için bulduğu evde değildim. Nerede olduğumu biliyordum. Sesli bir şekilde söylemeye korkuyordum ama Uluca'da olduğumdan adım kadar emindim. Gözlerimi kapatıp içimden 10'a kadar saymam da fayda etmedi. Gözlerimi açtığımda hala oradaydım, o yıkık dökük caminin içinde, yerdeydim. Nasıl geldiğimi bilmediğim gibi neden geldiğimi de bilmiyordum ama buradaydım işte. O kadar yolu yürümüş müydüm? Bacaklarımdaki sızı bundandı demek. Bu kadar şaşkınlık yeter şimdi Atilla'yı arayacağım ve gelip beni buradan alacak ben de bir daha buranın adını bile anmayacağım. Telefonumu asla yanımdan ayırmam yatarken bile mutlaka yanıma alırım. Pantolonumun ceplerini karıştırıp sadık dostumu bulunca içimin nasıl rahatladığını anlatamam. Ama ufak bir sorunum vardı; telefonum caminin içinde çekmiyordu. Karanlık gecede dışarı çıkmaya ne kadar korksam da mecburen bu riski göze aldım. Havada bir tek bulut bile yoktu ve gökyüzündeki ay az da olsa etrafı aydınlatıyordu. Korkum boşa çıktı çünkü etrafta kurt ulumasını bırakın tek bir çıt bile çıkmıyordu. Tam Atilla'nın numarasını tuşlamıştım ki telefonum deli gibi çalmaya başladı ve tüm sessizliği bozdu. Atilla benden önce davranmıştı.
"Aslı Allah aşkına neredesin? Uyanıp da kapıyı açık bulunca kalbime iniyordu. Neredesin, yürüyüşe falan mı çıktın?"
"Sakın delirme ama ben Uluca'dayım. Nasıl geldim bilmiyorum ama sanırım yürüyerek."
"Neredeyim dedin! Gecenin bu saati orada ne işin var tek başına?"
"Bilmiyorum. Gelip beni alabilir misin? Caminin hemen önündeyim."
"Sakın bir yere kıpırdama. Bir ses duyarsan ya da birini görürsen camiye saklan. Sakın peşinden gitme. On dakikaya oradayım."
"Zaten nereye gidebilirim ki. Bekliyorum."
"Birini görürsen peşinden gitme" mi? Bu terk edilmiş yerde ne bulmayı bekliyor ki? Zombiler mi, vampirler mi? Yoksa hayaletler mi? Tamam Aslı bu kadar yeter, gülünç şeylerle kendini korkutmaktan vazgeç artık. Dönüp arkama baktığımda zifiri karanlık camide durmaktansa açık alanda daha aydınlık bir yerde durmayı tercih etmeye karar verdim. Bulduğum, üzeri yosun tutmuş bir kayada oturup Atilla'nın gelmesini bekledim. On dakika demişti ama gelmesi daha kısa sürdü. Saatime bakınca tam olarak yedi dakikada geldiğini söyleyebilirim. Demek ki burada olduğum için gerçekten çok endişelenmiş ve arabayı son hızla sürmüştü. Arabayı durdurur durdurmaz indi ve koşarak yanıma geldi. Bir an bana yeniden sarılacak zannettim ve ne yalan söyleyeyim şu an bunu gerçekten çok isterdim. Ama birkaç adım uzağımda durdu.
"Bunu bir daha yapma. SAKIN."
"Affedersin, bir daha uyurgezerlik yapacağım zaman sana not bırakırım Atilla."
Gidip kayaya tekrar oturdum. Gidip arabaya da binebilirdim ama onun yanından geçmem gerekecekti. Burada olmam ne benim isteğimdi ne de benim suçum. Yirmi altı yaşındaki bir adamın benim hatam olmayan bir şey için bağırması hiç adil değil. O kişi benden iki yaş büyük olan çocukluk arkadaşım olsa bile. Derin bir nefes iç çekişten sonra gelip yanıma oturdu.
"Özür dilerim çok endişelendiğim için üstüne geldim."
Başımı sallamakla yetindim onunla konuşmak istemiyordum çünkü endişelenen sadece o değildi.
"Aramız iyi mi küçük hanım?"
"Evet hadi gidelim buradan. Burası tüylerimi diken diken ediyor."
Arabaya binmek üzereydik ki Atilla, belinden silahını çıkarıp bana arkasını döndü. Duyduğu ya da gördüğü her neyse iyi bir şey olmasa gerek. Biraz dikkatle bakınca ben de gördüm. Bu küçük bir karaltıydı. Bir insandan sadece biraz daha küçüktü; bu bir çocuktu. Atilla ona seslenmeye çalıştı ama çocuk olduğunu düşündüğümüz karaltı ağaçların arasına karışıp kayboldu. Atilla kararsız görünüyordu. Ya çocuğun peşinden gidecekti ya da bizi bu uğursuz yerden çıkaracaktı. Arabanın anahtarlarını bana uzattı.
"Aslı sen köye geri dön. Ben onun kim olduğuna bakacağım."
"Hayır hayır. Bana bak Bay Savaşçı; buraya benim yüzümden geldik kimse kimseyi bırakıp gitmiyor. Tamam mı?"
"Tek başına araba kullanamıyorsun değil mi? Hala!"
"Evet ama konu o değil... Her neyse. Ne yapacaksak beraber yapacağız."
"Pekala sen bilirsin küçük hanım."
Arabaya binip silahı torpido gözüne koydu. Bense hala dışarıda şaşkın şaşkın ona bakıyordum. Diğer tarafa uzanıp yolcu kapısını açtı.
"Ne yapıyorsun?"
"Arabaya bin. Seni tehlikeye sokacağımı mı zannediyorsun? Buradan gidiyoruz."
"Ama ya o çocuk?"
"Eminim başının çaresine bakabilir. Hem gerçekten bir çocuk gördüğümüzden bile şüpheliyim."
"Daha az önce peşinden gidecek kadar emindin ama."
"Aslı. Bin şu arabaya. Sabah adamla konuşup geri dönüyoruz eve."
Pes etme vakti gelmişti benim için. Zaten biz burada konuşurken çocuk kim bilir nereye gitmiştir. Arabaya binip kapımı kilitledim. Evet ben bir korkağım.
Atilla arabayı çalıştırıp farları yakınca bir an için etrafı göremedim. Gözlerimiz ışığa alıştığında ikimiz de bir an için dehşete kapıldık. Gördüğümüzün bir çocuk olduğundan emin olmuş olduk. Tam anlamıyla çocuk olmasa da.
Gördüğümüz şey neredeyse insandı; yarı saydam gövdesini, boynunun görünen kısmında ki boydan boya yarayı ve gökyüzü kadar lacivert gözlerini saymazsak. Çığlık atmak için ağzımı açtığımda görüntü kaybolmuştu bile. Atilla'ya baktığımda kucağında silahla oturan 15 yaşında genç bir erkek çocuğu gördüm sadece. Korkusunu belli etmemek için silahı sıkıca kavramış bir çocuktu arkadaşım şimdi. Tek kelime bile etmedik ikimiz de. Arabayı kalacağımız köye doğru sürdü. İçimde, bildiğim tüm duaları eden sesin yanında bir de çığlıklar atan ses vardı. Köye vardığımızda eve girdik. Atilla bu sefer kapıyı kilitleyip anahtarı da kot pantolonun cebine attı. Risk almamak adına ikimiz de salondaki koltuklarda uyuduk. Zaten sabaha da bir şey kalmamıştı. Tüm bunlara rağmen ikimiz de nasıl uyuduk bilmiyorum ama güneşin doğuşunu görmedik.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KASABA
Krótkie OpowiadaniaSadece terk edilmiş bir kasaba mı?Tabii tabii öyledir :) Siz yine de pek dolaşmayın oralarda...