O gün üzerine giydiği yeşil tişort altındaki beyaz kotuyla gerçekten uyumlu görünüyordu. Saçlarına bir şey yapmasına gerek bile yoktu, kıvırcık saçları annesininki kadar bakımlı ve gürdü. Sadece Cihan’ın iki sene önce doğum gününde hediye ettiği kolyeyi takmak yetmişti. Ucunda küçük bir melek vardı, gerçekten de zevkli bir seçimdi.
Hazırlanması yarım saatini almıştı, makyaj yapmasına gerek olmayan uzun kirpikleri gözlerini sürmeli gibi gösteriyordu zaten. Seviyordu canlı ve pürüzsüz ten rengini. Odasından çıkmaya hazırlandığı sırada telefonu çaldı. Çoğu zaman nerde olduğunu unuttuğu telefonuyla çok fazla ilgilenmezdi. Yine yatağının üstünde unuttuğunu fark ettiğinde bu durumu önemsemeden telefonun ekranına bakmıştı. Arayan İdil’di.
-Samsun bana dar geldi, diye kıkırdıyordu sesi. Yine bir çılgınlık peşinde olduğu belliydi ve kesin Yeşim’i de kandırmaya çalışıyordu.
-Yine neyin peşindesin? diyen Yeşim ciddiydi.
-Diyorum ki kız kıza tatile mi gitsek, sezon açılalı çok oldu ve ben bu yaz tatilini burada geçirmek istemiyorum. Söz veriyorum seni yormayacağım şoförlük benden.
-İdil bu gerçekten cazip bir teklif ama annemler bugün geldiler, onları bu kadar erken bırakıp gitmem ayıp olur, dedi Yeşim.
-Canım, hemen gidelim demiyorum ki rezervasyonumuz üç gün sonra zaten, bol bol vakit geçirip hazırlanman için zamanın var. Çarşamba günü sabah 9’da kapıdan alırım seni öpüyorum, diye cevap vermesine fırsat bırakmadan kapatmıştı telefonu. Biliyordu ki bu emrivaki konuşma Yeşim’i çileden çıkartacaktı.
-Ne dedin sen! Dur, kapatma telefonu alo, alo İdil!
Boşa kürek çektiği belliydi. Telefondaki neşeli ses çoktan gitmişti. Tatile gitmeye pek hevesli değildi ama şu anda evin gergin havasından uzaklaşmak iyi gelebilirdi. Kim bilir belki gerçekten bu tatil dönüşü babası onu özlemiş olabilir, aralarındaki buzlar da eriyebilirdi. Her zamanki gibi işinin çoğunu yine şansa bıraktı ve haziranın güneşli havasında kendini dışarı attı. Burada gidebileceği çok yer yoktu. Tatile gidilecekse eğer alışveriş yapması gerekiyordu. Arabasını denize karşı yapılmış oldukça büyük alışveriş merkezinin otoparkına bıraktığında saat henüz 13.00’tü. Kalabalık asansör sırasını beklemeden yürüyen merdivenlere yönelmişti. Önce kahve içmeye karar verdi ve emin adımlarla aradığı yeri bulup balkon bölümündeki yerini aldı. Bol köpüklü sade Türk kahvesi içecekler arasında tercihi en yüksek olandı.
Siparişini verdiğinde denizi izlemeye koyulmuştu, babasının söyledikleri hâlâ kulaklarındaydı. Birkaç aya kadar mecburi görevi için doktorluk hayatına başlayacaktı. O kadar uzun senelerinin meyvesini almaya yaklaşmışken babasının ağır sözleri hiç yerinde olmamıştı. Oysa Yeşim gerçekten iyi bir doktor olmaya odaklanmış, kariyer yapma isteğiyle yanıp tutuşmaya başlamıştı bile. Şirkette çalışmak da nerden çıkmıştı? Aklındaki sorular hızla gelip geçerken kahve siparişi masasındaki yerini almıştı. Tek başına alışveriş yapmakta her zaman zorlansa da eğlenceliydi. Girdiği pahalı ve lüks mağazalardan iki mayo, plaj havlusu, güneş kremleri gibi tatilde işine yarayacak daha birçok şey aldığında saat altıyı bulmuştu. Orada geçirdiği zamanı hiç anlayamamıştı. Bir şeyler yemesi gerektiğini fark ettiğinde en üst katta bulunan lokantalara doğru yol almıştı. Fast-food yiyecekler ona göre değildi. İskender vazgeçilmezlerindendi. Yemeğini yavaş yavaş, lezzetini ala ala yedikten sonra biraz daha mağazaları gezip arabasının yanına doğru gitmişti.
Eve geldiğinde herkes masada onu bekliyordu. Babası yine çok ciddi bakışlarla Yeşim’i süzdü. Beklemekten nefret ettiği çok belliydi.
-Afiyet olsun, diyerek arkasını döndü, odasına gitmek istediği gözlerden kaçmamıştı elbette ki. Ama bu durum Kemal Bey’in pek hoşuna gitmemişti.
-Seni bekliyoruz, masadaki yerini alır mısın? diye sert bir soru fırlattı Yeşim’in gözlerine. Yeşim babasına doğru ağır ağır yüzünü döndü. Ne kadar da benziyordu ciddi bakışları babasına.
-Ben yedim, afiyet olsun, diye yineledikten sonra odasına gitti. Aldıklarını her zaman düzgün olan dolabına yine büyük bir ihtimamla yerleştirdi. Bu kadar gergin olan babasına bu tatil konusunu açmak zor olacaktı. Saat henüz sekizdi, hava yeni kararmıştı. Babasıyla tekrar karşılaşmak istemediği için aşağı inmeye çekiniyordu. Aralarında ne kadar soğuk rüzgârlar esse de her zaman saygılı olmuştu babasına karşı.
Kitap okumaya karar verdikten sonra kendince düzenlediği küçük kitaplığından eline ilk geçeni almıştı. ‘Bu ilkbahar’ isimli kitabı daha öncede okumuştu aslında. Ama şu anda çok da önemi yoktu; çünkü amacı sadece kendini oyalamaktı. Kitapta anlatıldığı gibi bir özgürlük var mıydı gerçekten? Yine de umut ediyordu. Yarınlar güzel olabilir miydi?
Sabah uyandığında saat henüz altıydı, kâbus gördüğü için uyandığını fark etmişti. Yataktan düşen kitabını aldı, kaçıncı sayfasında kaldığını bile hatırlamıyordu. Gece odasına gelen olmamıştı belli ki, annesi gelseydi mutlaka üzerini değiştirmesi için onu uyandırırdı.
Bugün yapacak bir işi yoktu valizini hazırlamak dışında. Yarın sabah yola çıkacaklarına göre şimdi hazırlansa ve ailesine bu haberi verse iyi olacaktı. Gün aydınlandıktan sonra uyuması imkânsız olduğu için kalkıp duş aldı, bir saat sonra hazırdı ve kahvaltı için Aysel Hanım’a yardım etmeye karar vererek aşağı indi. Henüz kimse uyanmamıştı. Aysel Hanım erkenciydi, çok uzun senelerdir tanıdığı bu kadın evin başıydı adeta. Her şeyi o yapıyor, her işi akşam olmadan hallediyordu. Bu koca evde hiç sıkılmıyor gibiydi. Aysel Hanım’ın hiç yakını yoktu ve hiç evlenmemişti Kemal Bey onu işe aldığından beri orada yaşıyordu.
Yeşim kahvaltıda tatil konusunu açmaya karar verdi. Bilhassa babasının buna vereceği tepkiyi merak ediyordu, ilk defa ailesinden ayrı tatil yapacaktı. Kemal Bey anlayışsız bir adam değildi ama Cihan’ı da onlarla göndermek isteyebilirdi. Ne de olsa bu kadar güzel ve genç kadını hiçbir baba yalnız bırakmak istemeyebilirdi. Kemal Bey bugün klasik giyimin dışındaydı, dinlenmek istediği belliydi.
Yeşim babasının daha sakin olduğuna inanarak önce boğazını temizledi. Kemal Bey anlamış gibi göz ucuyla Yeşim’i süzdü. Ne söylese, nasıl söylese, direkt mi söylese acaba, yok olmaz alıştıra alıştıra söylemesi lazımdı ama bunun alıştırarak söylemesi mi olurmuş? Kafası bir anda o kadar çok karışmıştı ki. Soru yağmuruna tutulmadan konuya bir yerden girse iyi olacaktı.
-Şey… Baba izniniz olursa İdil’le beraber tatile gitmek istiyorum.
Oh be söylemişti, üzerinden büyük bir yük kalkmıştı, şimdi sıra babasındaydı. Vereceği cevap her ne olursa olsun karşı gelmemeye niyetliydi. Bu sefer tartışma çıkmaması için babasının sözünü dinlemeye karar vermişti.
-Nereye?
Bu soru sorulduğuna göre Kemal Bey olumsuz cevap vermeyecekti anlaşılan.
-Bodrum’a. İdil rezervasyonu yaptırmış hangi otel olduğunu ben de bilmiyorum, isterseniz hemen öğrenip…
Havada asılı kalmıştı kelimeleri. Kemal Bey pek de önemsiyor gibi görünmüyordu. Tatile gitmek de nerden çıkmıştı? Yaşı kaç olursa olsun o genç bir kadındı, buna onay vermeyeceği için Yeşim’in yaptığı açıklama çok ilgisini çekmemişti. Elini itiraz eder şekilde havaya kaldırdığında Yeşim susmuş, şaşkın gözlerle önce babasının havadaki eline sonra da kızdığında çevresinde kızarıklık olan yeşil gözlerine bakmıştı. Kendi gözlerine benzeyen bu gözleri çok iyi tanıyordu. Bakışlarıyla her şeyi ifade edecek kadar ciddi bir adamdı Kemal Bey.
-Gerek yok, dedi tok bir sesle
-Gitmeyeceksin, dediğinde Yeşim beklemediği bir burukluk hissetti. Neden böyle demişti ki Kemal Bey? Yeşim’in şirkette çalışmak istememesi yüzünden gerçekten ona karşı çok mesafeliydi, bunu fark ediyordu. Ama babası için hâlâ küçük olmaktan nefret ediyordu. Okulunu okumuş ve yetişkin olmuştu işte. Buna karışmaya ne derece hakkı vardı ki? Tamam, babasıydı ama o da artık kendi kararlarını alacak yaştaydı. Doğrusu Kemal Bey’den bu kadarını beklemiyordu. Buna ne kadar şaşırsa da dimdik duran omuzları babasına karşı çıkıyordu. Bu tatile gidecekti. Az evvel kendi kendine verdiği sözü çoktan unutmuştu. Babasıyla tartışmayıp ne derse kabul edecek olması elbette ki Yeşim’in kabul edeceği bir şey değildi. Böyle sus pus itirazsız duramayacağını kendisi de biliyordu aslında.
-Baba bunlara alışsan ve benim büyüdüğümü kabul etsen olmaz mı artık? dediğinde sesinin titrememesi için çok uğraştığını kimse anlamamıştı.
Yeşim büyüme hevesiyle annesinin topuklu ayakkabılarını giydiğinde babasıyla bu pürüzlerin baş göstereceğini bilmiyordu, bilseydi hep çocuk kalmak isteyeceğinden emindi. Kendisine bakan kararlı gözlerin ne zaman bu kadar hırsla dolduğunu hep merak etmişti. Yeşim babasına ne yapmıştı da nefrete bürünmüştü o kalbi bilmiyordu.
-Ben söyleyeceğimi söyledim küçük hanım, diyerek kestirip attı. Buz gibi olmuştu narin elleri. Kim bilir öfkesini kontrol etmese nasıl bir patlama olurdu.
-Üstüne fazla gidiyorsun Kemal Bey, izin vermeyecek bir durum yok. Kızımız artık bir yetişkin, bunu görmezden gelemezsin.
Perihan Hanım ikna edemeyeceğini bildiği halde kızını savunma ihtiyacı hissetmişti.
-Ne zamandan beri benim sözüm çiğneniyor Perihan Hanım!
Masaya sertçe inen el, Aysel Hanım dahil herkesi ürkütmüştü. Bir tatil konusunu Kemal Bey’in bu kadar abartacağını hiç düşünmemişti Yeşim. Ama farkındaydı, şirkette çalışmayı kabul etmeyişinin cezasıydı bu ve bunu kabul etmeden gün yüzü görmeyecekti belli ki.
Perihan Hanım ve herkes sessizliğe büründü. Yeşim pes edecek gibi görünmüyordu, annesinin inatçı bakışlarına aldırmadan ısrarla bu konunun üstünde duracaktı belliydi.
-Ama ben daha son sözümü söylemedim, dedi.
Yeşim bu kadarına cesaret ettiği için çok şaşkındı. Daha önce babasına hiç karşı gelmemişti oysa şimdi kendisine saygı duymayan herkese karşı geliyordu. Herkes bakışını Yeşim’e çevirdiğinde Cihan daha fazla dayanamamış ve masadan kalmıştı. Aynı şekilde Aysel Hanım da mutfağı terk etmişti. Yeşim kararlılık ve öfke dolu bakışlarıyla babasını süzüyordu.
-Anla artık baba, biz senin kuklan değiliz. Ben artık bir yetişkinim, bunu kabul etsen iyi olur. Kendi kararlarımı kendim verebilirim ve senin beni annem gibi, Cihan gibi emrindeki adamların gibi yönetmene izin vermeyeceğim. Ben bu tatile gidiyorum ve senin söyleyeceğin hiç bir şey benim kararımı değiştirmeyecek.
Bu cümleyi nasıl kurduğunu bilmiyordu. Bir kez daha söyle deseler kesinlikle söyleyemezdi. Babasına karşı gelişleri arttıkça içinde kopan fırtına da yükseliyordu. Bunun son olacağını umdu ve kimseden cevap beklemeden kahvaltısını bitirdiği için izin isteyip odasına çekildi.
İlk defa uzaklaşmıyordu evden. Okul için gidişlerinde babası doktor çıkacak olmasından keyifsizdi ama bu derece öfkeli değildi. Neydi bu adamı böyle değiştiren, kimdi? Yeşim ona ne yapmıştı? İçinde biriken ateş, yastığına döktüğü gözyaşlarıyla sönmüştü. Acaba çok mu kırılmıştı babası, gitmese ne olurdu ki değer miydi babasını üzmeye? Hayır, Yeşim’e saygı duymasını istiyordu ve bunun için gidecekti. Uzaklaşmak belki babasının kızına olan sevgisini hatırlamasını sağlardı. Bütün içtenliğiyle buna inanarak doğruldu yerinden. Kapının açıldığını fark edip elleriyle gözlerini sildi, gelen annesiydi. Üzülüyordu annesi için; çünkü hep arada kalıyor denge kurmaya çalışıyordu. Çocukları ve eşi arasındaki bu iletişimsizlik en çok Perihan Hanım’ı etkiliyordu. Kemal Bey’in ani çıkışları can sıkıcı oluyordu ve kimseyi gözü görmüyordu. Kocasının bu huyu son zamanlarda çıkmıştı ortaya. Yeşim annesinin sıcak bakışlarıyla yine hüzünlenmişti ama bu sefer ağlamak istemiyordu; çünkü Perihan Hanım’ın yüzü yeteri kadar asıktı.
-Ah anne! dedi sadece üzgün bir sesle.
Perihan Hanım şefkatli kollarıyla küçüklüğündeki gibi sarmalamıştı kızını. Yeşim bu huzur dolu anne göğsünde saatlerce kalabilirdi.
-Anlıyorum seni Yeşim. Ama sen de babanı anla, sizin için ne kadar çalışıyor görüyorsun, o saygısızlığı hak etmiyor, söylediklerini onaylamıyorum. Seni böyle hırçınlaştıran ne? Lütfen paylaş benimle kızım!
Yeşim bu son soru karşısında irkilmişti. Hiç kımıldamadan yerde duran oymalı Fransız halısının desenlerine kilitlemişti gözlerini. Ne cevap verebilirdi ki annesine? Yeşim bugüne kadar annesini hiç üzmemişti, şimdi nasıl olur da üzebilirdi onu?
-Anne ne demek istiyorsun? Ben sadece büyüdüm, gerçekten bunu kimse görmüyor mu? Sitemi anlaşılır derecedeydi, gerçekten sadece bunun kabul edilmesini istiyordu. Uçarı bir kız değildi, hayatıyla ilgili aldığı önemli kararlarda saf dışı etmiyordu ailesini, sadece bir tatildi ve buna kendi karar verebilirdi. Konunun bu noktalara gelmesine şaşırıyordu, ailesinin bu konuda bu kadar baskıcı olacağını hiç düşünmemişti.
-Tabi ki görüyoruz Yeşim ama bu üslubunu onaylamıyorum. Babanla biraz daha dikkatli konuşmanı istiyorum, bu aralar biraz hassas, işleri çok rayında gitmiyor. Eve ne kadar iş taşımasa da bu durum hepimizin hayatını etkiliyor, umarım bunu kavrayacak kadar da büyüksündür.
Perihan Hanım’ın bütün bu söyledikleri saniye hızıyla olmuştu adeta ama her zamanki sevecen ses tonuyla söylemişti. Yeşim bunu tabi ki anlıyordu ve annesinin söylediği hiç bir şey onu kırmıyordu. Üstelik haklıydı da olayları bu yönden değerlendirmediği için kendisine kızmıştı. Gidip babasından özür dilemek ve onun gönlünü alıp tatile gitmek çok daha mantıklı geliyordu gözüne ve Perihan Hanım’ın da bunu istediği apaçık belliydi. Yeşim babasına benzeyen bu sersem gururundan nefret ediyordu. Bir anlık düşündüğü bu şey bir sonraki adımda sönüp gidiyordu. Kafası iyice karışmıştı. Vereceği cevabı düşünmeye bile fırsatı olmadan Perihan Hanım gülümseyerek kızının yanaklarına ‘peri’ öpücüklerinden kondurup gitti. Küçüklüğünden beri bu öpücüklere ‘peri’ derlerdi anne kız. Annesinin isminden dolayı hep sihirli olduğunu düşünürdü Yeşim ve ne zaman annesi öpse bütün acıları geçerdi. O yüzden ‘Peri öpücüğü’ olarak kalmıştı adı. Yine öyle olmuştu, yine bu öpücük iyileştirmişti Yeşim’i. Şimdi sadece babasının ne kadar kırgın olabileceğini ve ne yapması gerektiğini düşünüyordu, sadece buna odaklanmıştı. En iyisi onunla konuşmalıydı.
Yavaş ve sakin adımlarla büyük cama yaklaştı. Denizi gören bu evi çocukluğundan beri çok severdi. Kendi odasının camı evin geniş bahçesini görecek kadar büyüktü. Gözü bahçeye kaydığında babasının hasır koltuklarda oturduğunu gördü. Her kahvaltıdan sonra yaptığı gibi yine orta şekerli Türk kahvesini yudumluyordu. Elinde geniş ve Yeşim’in odasından bakıldığında kalın olduğu belli olan bir şey vardı. Bir an kararsız bekledi ve babasının kır saçlarını biçimli burnunu ve uzun bacaklarının üzerinde duran ince bedenini seyretti. Ne kadar uzun zaman olmuştu ona sarılmayalı, bir an düşündü, acaba sinirli miydi, gitse konuşsa ne tepki verirdi? Ah bu kararsızlık! Yeşim’i çok yoruyordu. Ama gitmesi gerektiğini biliyordu ve bunu bekletmeye niyeti yoktu.
Emin adımlarla odasının kapısına yöneldi, giriş katta bulunan geniş bahçeye doğru hızlı adımlarla ilerledi. Kemal Bey’in arkasında kalan, bahçeye açılan kapının önünde bir müddet bekledi, söyleyeceklerini toparlamaya çalıştı. Biraz daha oyalanırsa vazgeçeceğinden emindi. Babasına doğru hızlı adımlarla ilerledi. Tam arkasında durduğunda babasının elinde olan şeyi görebiliyordu. Bu aile albümüydü. Baktığı fotoğraflar da Cihan’ın ve Yeşim’in küçüklük fotograflarıydı. Yeşim ilk defa kalbinin sızladığını hissetti. Babasının bu hassas yanını görmeyeli çok olmuştu. Ne zaman böylesine ağır konuşmaya başlamıştı bilmiyordu. Babasını kırmanın pişmanlığı içinde güzel gözlerinden sessizce damlalar yanaklarına süzüldü. Ne yapıp edip bu şefkatli kalbi yeniden onarmalıydı. Gözyaşlarını silip Kemal Bey’in yanına yaklaştı Yeşim, hiç beklemeden oturdu hasır koltuğun bir ucuna. Kemal Bey kafasını hiç kaldırmadı.
-Zaman ne de çabuk geçiyor, dedi Kemal Bey. Doğduğunda çok küçüktün, daha ilk günden çimen yeşili gözlerini aralamış merhaba demiştin sanki bana. Seni kucağıma aldığımda gurur duymanın nasıl bir şey olduğunu tam da o anda öğrenmiştim. Ah Yeşim, babalar kızlarına hiç kıyamazlar, inan ilk günkü gibi küçüksün sen hâlâ. Kemal Bey bakmamaya kararlıydı Yeşim’e. Yeşim ise usul usul döktüğü gözyaşlarını yerden toplamak ister gibi kilitlemişti gözlerini çıplak zemine. Bu nasıl konuşmaydı, bu ne kadar kalp yakıcı bir konuşmaydı? Babasının gizlediği derinlerdeki sevgi ne kadar da yüceydi böyle. Yeşim saçmaladığını o anda fark etmişti ama şimdi bu konuşmaya bile cevap verecek gücü yoktu.
-Bak kızım, dedi Kemal Bey. Bu sefer kızının yüzüne çevirmişti bakışlarını. Yeşim’in önde olan başı Kemal Bey’in, çenesinden tutuşuyla havalandı. Göz göze geldiler baba kız. Kemal Bey bebekliğinden beri kızının gözlerinde yaş görmeye kıyamıyordu hiç. İçi acıdı o düşen damlalara. Kendine kızıyordu, neden bu kadar sert bir baba olduğunu bilmiyordu. Oysa çocuklarıyla hep vakit geçirmeye çalışmıştı ama başaramadığı bir şeyler vardı belli ki. Elleri kızının yanaklarında gezinmeyeli çok olmuştu, gözlerine dokunduğunda ürperdi ama babalar güçlü olur, bunu biliyordu. Sildi kızının incilerini.
-Baba özür dilerim, dedi Yeşim titreyen ve kontrolünü kaybetmiş cılız sesiyle.
-Ben sana asilik etmek istemedim baba, inan seni kırmak istemedim bu huysuz kızını bağışla
Yeşim babasının göğsüne kapatmıştı kendini. Kemal Bey sessizliğini bozmadan o anın tadını çıkarttı. Baba-kız yeniden kavuşmuş olmanın mutluluğuyla bir müddet oturdular. Perihan Hanım’ın, tam arkalarında onları mutlulukla izlediğini hiç fark etmediler. Bu ikilinin keyfini bozmadan sessizce uzaklaştı. Akşama güzel bir masayı hak etmişti sevgili eşi ve kızı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamanı Geri Alabilsem
Teen FictionAşkta gurur olmaz demeyin! Gururuna aşkını kurban eder bir kadın...