Daha beş dakika olmuştu ki eve geldik. Dediği gibi iki mahalle aşağıya inmiştik. Burası çok güzel bir mahalleydi.
Kızlar ip atlıyor, erkekler futbol oynuyorlardı. Nineler kaldırıma kilim serip üzerine oturmuşlardı, örgü örüyorlardı. Evler genellikle eski yapılıydı.
Yolun kenarındaki fırından mis gibi kokular geliyordu. Dayanamadım, acıkmıştım çünkü.
-Toprak.
-Evet.
-Ben çok acıktım. Fırından bi şeyler alsak olur mu?
-Tabi olur. Gel gidelim.
Yolun karşısına geçip fırına girdik.
-İyi akşamlar Hasan usta, dedi Toprak.
Ben arkasına geçtim, raflardaki böreklere çöreklere bakıyordum.-Hoşgeldin Toprak, dedi samimi bi sesle usta.Siz hoşgeldiniz hanımefendi.
-Ha. Pardon bana mı dediniz?
-Ya size dedim.
-Yok. Bana hanımefendi demenize gerek yok. Adım Deniz, dedim ve gülümsedim.
-Peki. Hoşgeldin Deniz kızım. Ne istersin? dedi ve güldü.
-Hah işte oldu. Ben bi tane salçalı poğaça ve peynirli börek istiyorum,dedim.
Hasan usta hazırlarken ben de içecek dolabına yönelmiştim ki:
-Evde içecek var, dedi Toprak.
-Tamam, dedim ve dolaptan uzaklaştım.
Hasan usta paketi bana uzatırken ben de çantamdan cüzdanımı çıkarmaya çalışıyordum.
-Bırak sen ben öderim.
-Ne, hayır gerek yok ben öderim.
Toprak cebinden bozuk para çıkarıp ödedi. Ben de poşeti aldım. Hasan ustaya teşekkür edip dışarı çıktık.
Sırf Hasan ustaya ayıp olmasın diye sesimi çıkarmamıştım. Karşıya geçtik. Toprak cebinden anahtarını çıkardı.
Demek ev burasıydı. Yukarıya doğru kafamı kaldırdığımda buranın dört katlı bi ev olduğunu gördüm.
-Evet girelim mi artık.
Toprak kapıyı çoktan açmış beni bekliyordu. Bir şey demeden içeri girdim.
Girişte hemen kapının yanında bir vestiyer vardı. Ayakkabılarımı çıkardım. Bana bir çift terlik verdi. Onları ayağıma geçirip ilerledim.
-Mutfağa gidelim. Karnımızı doyuralım, daha sonra da sana annemi göstereceğim, dedi.
O ilerledi ben de arkasından yürüdüm. Koridorun sonundaki odaya ,mutfağa, girdik.
Mutfak çok da büyük olmasa da iyiydi. Ahşap dolapları vardı. Masaya aldıklarımızı bırakıp ona yardım etmek için tezgaha yöneldim.
-Bardaklar nerede?
-Üst rafta.
Rafın kapağını açıp iki tane bardağı çıkardım. Masaya koydum.
Buzdolabını açıp bir tane meyve suyu çıkardım. Toprak da bu sırada domates-salatalık doğruyordu. Ben meyve suyunu katarken o da çatallarla tabağı getirdi.
-Ben başlıyorum Toprak. Çok acıktım.
-Tabiki. Afiyet olsun.
Sağol bile demeden poğaçadan bi parçayı kopardım. O da masaya oturdu ve yemeye başladı.
.....
-Ohh! Doydum ben. Gerçekten çok güzel bunlar.
-Evet ben de doydum.
Tabakları kaldırıp tezgaha görürdüm. Tam yıkacaktım ki:
-Yok uğraşma sen onunla. Ben hallederim sonra. Hadi gel, dedi Toprak.
Peki anlamında başımı sallayıp tabakları bıraktım. Daha sonra başka bi odaya girdik. Ortada bir yatak, yanında kıyafet dolabı diğer tarafında ise makyaj masası vardı.
Gayet temiz ve düzenli bi odaydı.
-Bu odayı kullanıyor musun?
-Yok hayır kullanmıyorum. Neden?
-Hiç öylesine sordum.
-Her hafta tüm evi süpürürüm. Rafların olmayan tozunu alırım. Annem gibi...
Yine ağlayacak gibi olmuştu. Hemen konuyu değiştirdim.
-Ee hani fotoğraflar?
Cevap vermedi. Kıyafet dolabını açıp bi kutu çıkardı. Yatağın üzerine koyup bana gel işareti yaptı. Ona doğru yanaştım.
Kutuyu açtı. İçinde bir sürü fotoğraf, kolyeler, küpeler, bileklikler...
Bir sürü şey vardı. Fotoğrafları karıştırmaya başladı. Bir tane fotoğrafı bana doğru uzattı.
Fotoğrafı elime alıp baktığımda bi an gözlerime inanamıştım.
Toprak'a da hak vermiştim. Annesi gerçekten bana çok benziyordu. Daha doğrusu ben ona çok benziyordum.
-Evet. Gerçekten çok benziyoruz.
Şaşkınlıktan ancak bunu söyleyebilmiştim.
-Evet hem de çok. Ama bundan daha önemli bir şey göstermem gerekiyor sana.
Yüzüne anlamsızca baktım. Bir yandan hâlâ bu benzerlik konusunda şaşkınlık yaşarken bi yandan da ne göstereceğini merak ediyordum.
Kutuyu karıştırmaya devam etti. Ve katlanmış bir kağıt parçası çıkardı. Bu bir mektuptu. Ve bayağı da eskiydi.
-Bu o gece annemin bana yazdığı mektup. Altı senedir her gün okuyorum bu mektubu, deyip bana uzattı.
Yavaşça kağıdı açıp okumaya başladım...