Kendime dair hatırladığım son şey annemin sen ne arıyorsun burada oğlum diyerek evde bomba edasıyla bana terlik fırlatıyor oluşuydu, oldukça düzenli ve sakin, aynı zamanda ultra sıkıcı hayatımın yanı sıra bana keyif veren ve beynimin bir zombiye dönüşmesini önleyen tek şey gittiğim partilerken, şimdi burada, sıradan bir üniversitede, sıradan bir yurtta konaklıyordum, üstelik oda arkadaşımın da kim olduğunu bilmiyordum.
Ah, söylemeyi unutmadan, ben Taehyung, Kim Taehyung.
Kendimden bahsetmiş miydim? Eğer bahsetmediysem başlıyoruz.
Henüz üç yaşında bir veletken ailemin Japonya'ya taşınması ile tamamen bir Japon gibi yetişmiş, oranın kültürü ile büyümüş ve ana vatanım olan Güney Kore'ye dair hiçbir şey bilmeyerek ot gibi yaşamıştım. Annemin evde terlikle peşimde gezinmesi dışında oldukça güzel ve rahat bir hayatım vardı. Elit sayılan kesimde büyümüş, babamın oldukça ünlü bir mühendis olmasıyla da gayet rahat ve şımarık bir hayata alışmıştım, en azından bu birkaç gün öncesine kadar böyleydi.
Babam, annemin ısrarları üzerine beni Güney Kore'ye postalamıştı ve bu gidişimin altında mantıklı bir sebep de yatmıyordu: kendi ülkeni öğrenmek! Bazen Tanrı aşkına diyordum, annemi babamı kendi canımdan çok sevsem de ara sıra beyinlerinin burunlarından aktığını düşünüyordum.
Hayat bana adil oynamıyordu.
Annemin sus konuşma bana diyerek evde fena bir trip atması ve havaalanında boynuma atlayarak ay canım evladım demesinin ardından buradaydım, Kore'de; sıradan ve göze batmayan bir üniversitede, sıradan bir yurtta yaşamak üzere, eğitim görmeye yollanmıştım. Fuck the System diyerek ortalığa atlayasım geliyordu, üstelik beni özel bir üniversiteye bile yerleştirmeye kalkışmamışlardı, pes doğrusu. Ayrıca neden Hoseok'un yanına yolladıklarını da çözememiştim. Herhalde kuzenim falan diyerek güvence altında olacağımı düşünmüşlerdi, bu bana dünyanın en mantıksız şeyi olarak gelse de her şeye rağmen buradaydım, yeni yuvamda.
"Kaldır kıçını, okulu gezeceğiz."
Hoseok, sevgili kuzenim, pinpirikli sesiyle konuştu. Ofladım. Ona bakınca vay anam vay diyerek kalıyordum, kendisi benden bir yaş büyüktü ama beyin yaşı olarak veletlerle yarışacağına adım gibi emindim. Yirmi yaşında, bir pamuk şeker edasıyla parlayan turuncu saçlara, sevimli bir yüze ve manyak tatlı yanaklara sahipti. Üstelik kendisi tam bir Michael Jackson hayranıydı, vay be.
"Acelen ne senin," dedim inatçı bir sesle. Valizimdeki kıyafetleri gardıroba koyuyordum ve Hoseok yanı başımda tam da bir ecel nidasıyla dikilirken, işime pek de odaklanamıyordum doğrusu. "Yeni geldim, kuzenine bir selam sabah vermeden başımı şişiriyorsun. Gücendim yani."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
first prince lady, vmin
Fanfictiono gün o parkta farkettim. dudaklarının ucunda yanan ateşin sıcaklığını, teni tenime değince kızaran yüzünü, hiç utanmasının olmayışını. park jimin, hayatımı değiştirdi. //12.06.17//