Huzurlu bir sabaha başlangıç muhtemeldir çoğu normal gündelik yaşantıya sahip insan için. Peki ya anormal insanların suçu nedir, neden güne huzurlu başlayamazlar. Çünkü onlar farklıdır. Onlar normal değildir, değilimdir, değilizdir.
Kırmızı duvarların arasındaki o zindan, parmaklıkları yok, ancak benim cehennemim burası. Ne kimseyi içeri alıyordum ne de çıkıyordum. Halbuki ikinci yaşantımız diye bahsedilen yerdeki cehennem bizi kendini çekmekle ve bunu da günah işleyip boynumuza ağır bir tasma geçirmekle resmedildi.
Benim cehennemimle ikisi arasındaki en belirgin özellik. Kırmızı. Fakat öyle tahmin edilecek, düşlenecek bir renk değil bu kırmızının tonu. Gerçek cehennemden koparılan bir renk bu dört duvar.
Benim cehennemimle ikisi arasındaki en belirgin farksa şu. Giriş bileti. Orası sizi kendisine çeker. Günah işledikçe piyangonun size çıkması kolaydır. Oraya giriş bundan ibarettir. Yapmamanız gereken her şeyi yaparsanız 7 katlı o binada cayır cayır yanmaya hak kazanırsınız. Ancak benim cehennemim. Bu odaya henüz kimse girmedi. Girişi zor. Çünkü adı üstünde burası benim. Kendi ateşimden kimseye pay vermem. Bencilim ve bunun da farkındayım.
Ateşimin yakıp kavurduğu en önemli organım beynimse şu anda bir alev çemberinin içinde. Bu yüzden başım ağrıyordu. Kendi kendimi ittiğim ateş çemberi...
Şakaklarımın başlangıçlarını iyice ovalamaya başladığımda kapı yeniden tıklatıldı. Gelen tok sesi umursamayıp şakaklarımı ovmaya devam ettim. Bu seferki tıklatılma diğerlerine göre uzun sürerken ellerimi şakaklarımdan çektim ve kapadığım gözlerimi araladım. Kapıya vurulan her bir yumruk sanki kafamın içinde yankılanıyordu. Sinirle kapıya bakarken kolu yavaşça aşağıya indi ve gıcırdayan ses dişlerimi sıkmama neden oldu. Açacaksan tam aç şunu kasadam.
Hala yatakta oturur vaziyetteydim. Sonunda kol bırakılmış ve kapı sonuna kadar açılmıştı. İçeri elinde tepsiler bulunan kadınlar girdiğinde gözüme bakmıyorlardı. Önde duran kadın diğerine nazaran daha dik, özgüvenli ve ayriyetten de yaşlıydı. Arkasındaki ise daha omuzları düşük ve gözleri tüm odayı dolaşır haldeydi. Onlar içeri geçtiklerinde yatağın tam karşısında, böylelikle benim de tam karşımda duruyorlardı.
"Hanımefendi Çağrı Bey bunları buraya bırakmamızı emretti." Dedikten sonra elindekileri yatağın önünde bulunan, kaliteli kumaştan yapıldığı belli olan pufun üstüne bıraktı. Kaşlarım çatık bir şekilde onlara bakarken onların arkasında boyunun uzunluğundan dolayı kim olduğu kolayca seçilen Çağrı girdiğinde kafamı pencereye çevirdim. Fakat kaşlarım hala çatıktı ve ona ya da onun olduğu tarafa bakmıyor da olabilirdim ama kadınları odadan çıkması için beklediğini net de olmasa göz ucuyla farkedebiliyordum. Kapının kapanma sesiyle birlikte yerde yankılanan ayakkabının sesini de işitiyordum. Bir müddet sonra yatağın bir kenarı çökünce gerildiğimi hissettim. Gözlerim pencerenin kahverengi çerçevesini turluyordu.
"2 gündür yemiyorsun içmiyorsun. Düşündüğümden değil, karım olacağından seninle uğraşıyorum." Gözlerim hala onunkilerle buluşmamıştı fakat üstündeki salaş kazak ve siyah kot ikilisinde geziniyordu.
"Başka şeyler yapabilirdin. Şirketi kendine bağlayabilir, sömürgen altına alır, hisselerin bilmem yüzde kaçına el koyabilirdin. Neden benimle evlenmek istedin?" Sonunda gözlerim gözlerinde sabitlenmişti. Ben ona daha yeni yeni bakarken onun bana uzun bir süredir baktığını biliyordum. Gözlerini benden kaçırmadı ve ağzını araladı fakat aynı süre zarfı içinde kapatması da bir olmuştu. Yeniden soluklandı.
"Yemeğini ye." Kafamı iki yana salladım. Bu verdiğim tepki kaşlarının havalanmasına sebep olmuştu. Tepsiyi arkasındaki puftan aldı ve yatağa koydu. 'Hilal sen mal mısın buna nasıl hayır dedin' . İçimdeki savaş alanından atılan nidalara karşılık vermedim. Yemeyecektim o kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAİNİTE #Wattys2017
Teen FictionKirletilmiş bedenlerin içindeki dokunulmamış ruhları kana bulamak kolaydır. Asıl marifet ruhumuzun mabedindeki taşları kazınmamış halde saf ve temiz tutmaktır. ~ Yıllardır onun ne yaptığını biliyordu. O hayatını sürerken gölgesi gibi ardında onu i...