5.Kısım: Kansu'nun Mirası

120 6 0
                                    

Elder’den orduların gidişi beş gün olmuştu. Jerda insanı kanser eden bir bekleyişteydi. Elder’deki konağında rahat edemiyordu çünkü günler geçmesine rağmen Unsar’dan haber gelmemişti. Bir ulak yollamayı düşünüyordu.

Jerdan Elder’in en büyük yapısı olan konağının bahçesindeydi. Bahçe ağırlıklı olarak beyaz güllerle süslenmişti. Bahçenin ortasın bir süs havuzu vardı. Havuzu merkez alarak, konağın sınırı olan duvarlara kadar patikalar takip ediyordu. Patikaların çevresini sıra halinde beyaz güller süslüyor,geri kalan yerleri ise dört büyük kalender ağacı kaplıyordu. Kalender ağaçları o kadar büyüktü ki kuş bakışı bakıldığı zaman bahçenin çimleri gözükmüyordu. Buda patikalar dışında kalan yerleri gölgede bırakıyordu. Bütün bir bahçeyi dolaşmak bir insanın beş dakikasını alırdı. Jerda’nın kafasını dağıtmak için kendini attığı bu bahçede daha fazla kalamadı; çünkü biri ziyarete gelmişti.

Jerda bahçeden konağın büyük salonuna doğru geldi. Büyük salon sıradan bir derebeyinin salonu gibiydi. Ortada hem ışık hem de ısınmayı sağlayan bir ateş, ateşin çevresine kurulu büyük masalar ve dört basamaklı bir kürsüde derebeyinin yemek masası ve tahtı. Şuan yemek zamanı olmadığı için masalar boş, derebeyinin masası ise tahtın önünde değildi. Derebeyinin tahtının hemen yanında birde küçük taht vardı. Buraya konağın hanımı otururdu. Görüşmeleri takip etmek hanımın görevleri arasındaydı şayet bir gün konağın beyi konaktan ayrılırsa yerine kısa süreliğine hanım geçerdi. Hanımın tahtında İnora değil Yora vardı. Elder’in prensesi olarak gelecekte bir hanım olacaktı ve bir yerden bu işi öğrenmesi gerekiyordu. Anneside kendi görevi olan bu görevi ona vermişti ki kendisi bu tarz görevlerden sıkılan biriydi. Ancak Yora’nın öyle olduğu söylenemez, kız gerçekten bir hanım gibi tüm mevzuları dinler, yerinde yorumlarda ve kararlarda bulunurdu.

Jerda yerine geçinde muhafız ziyaretçinin anonsunu yaptı. “Elder beyi Beyaz Gül Jerda’nın ziyaretçisi Kahverengi Sancaklı bireyi Emer…”

Anons Emer’i öven birkaç söz daha aktarırken Yora tahtından kalkarak gitmek istedi. Jerda onun elini tutup kalması gerektiğini belirten bir bakış attı. Yora üfleyerek tekrar yerine oturdu. Bunun üzerine Jerda el hareketiyle “gelsin” yaptı.

Emer solana girince Yora çok şaşırmıştı çünkü sürekli uğraştığı ukala pis bir ayyaş olan Emer, traşını olmuş eskiden garip olan saçlarını toplamış, temiz elbiselerini giymiş ve daha önce görmediği bir yüz ifadesi ile Yora’nın karşında diz çöküyordu. Emer’i ilk defa bu denli ciddi görüyordu. Yora onun önceki haline bilmesi bu haliyle ona yakışıklı bile diyebilirdi.

“Derebeyim ve prensesim” başını kaldırmadan.

“Ayağa kalkabilirsin Emer. Rahatına bak ve söyle seni burada görmemizin sebebini.”

“Teşekkürler ederim derebeyim. Lafı uzatmayı çok severim ama bu sefer uzatmamam daha iyi olur sanırım. Şu kara delik mevzusu, Krallık kadar bizi de ilgilendiren br durum. Kahverengi sancaklılardan deliğe en yakın olan benim. Batı Kulesine rapor vermek amacıyla Unsar’a gitmeyi düşünüyorum. Farkındayım ki sizinde olanlardan haberiniz yok. Gitmişken sizede ulaklık yapabilirim ancak ne yazık ki zavallı atım geçen hafta öldü. Bu yüzden ulaklık hizmetine karşılık sizden bir at talep ediyorum.”

O zamana kadar dinleyen Yora atılarak “Mısır’ı alabilirsin” dedi. Bu cevaba salondaki herkes şaşırmıştı, en azından Yora ile Emer arasındaki gerilimi bilenler.

“Teşekkür ederim Prenses. O zaman bir atımda olduğuna göre biran evvel yola koyulsam iyi olacak” dedi Emer ve protokole uygun bir şekilde salonu terk etti.

Yora’nın cevabından beri Jerda kızına şaşkınlıkla bakıyordu. Babasının bu halini gören Yora konuştu “Mısır, Elder’deki en hızlı at. O atı Emer’e değil, Jonda’ya verdim. Orada ne olduğunu bilmiyorum ama iyi bir şey olduğunu sanmıyorum. Jonda için çok endişeleniyorum, Mısır’ın sırtında Elder’e gelmesini ümit ederek verdim” dedi ve gülerek ekledi “Ayrıca ilk defa Emer’i bu kadar düzgün ve ciddi gördüm. Bu düzelme benim tarafından bir şekilde ödüllendirilmeliydi” Jerda’da gülmişti.

Yora kalktı, akşam olmak üzeriydi ve Mısır’ı uğurlamak için ahıra gitti. Ahıra vardığında Mısır ve koşum takımları yoktu. Emer çoktan gitmişti.

“Emeri ciddi olunca hiç vakit kaybetmiyor, keşke hep böyle olsan yaşlı ayyaş…”

***

Emer derhal yola koyulmuştu. Arkasında Elder artık gözükmüyordu. Bu onun kuzeye gittiğinin bir kanıtıydı. Bir sonraki gün Unsar’a varmış olurdu. Kamp yapmayı düşünmediği için Mısır’ı fazla zorlamıyordu ancak olabildiğince de hızlı gidiyordu.

Güneş yerini ay ve yıldızlara devretti, sonra tekrar devri teslim aldı. Emer Unsar’a ulaşmıştı. Gün ışığından da yararlanabilirdi.

Emer daha öncede Unsar’a gelmişti ancak gördüğü manzara, eski halinden çok farklıydı. Şehrin tahta surları yoktu, sadece surlarda değil evler, konak, şehir meydanı hiçbir sağlam yapı yoktu, şehir artık bir harabeydi. Mısır’ı şehrin dışında bir yerde bıraktı. Şehre girdi ve araştırmaya başladı. Dikkatini ilk çeken çevrede çok az ceset olmasıydı. Bu durum Emer’e kaçmayı başardıklarını düşündürmüştü.

Eskiden şehir merkezi olan, konağın bulunduğu yere geldi. Buradaki cesetler biraz daha fazlaydı ama yinede genel olarak şehirde çok az ceset vardı. Cesetlerden biri tanıdık geldi. Biraz daha inceleyince bu cesedin Üçkılıç Kansu olduğunu anladı. Emer gençliğinden beri İresya’nın On Büyülü Kılıcı’nı toplamaya çalışıyordu. Belinde onlardan biri olan Kankusturan vardı. Kankusturan’ın tabiî ki de İrce bir ismi vardı ancak bu kılıç özelliğini yitirmişti bu yüzden adını da kaybetmişti. Bu yüzden Kansu’yu bulunca ilk baktığı nokta Zinsbis’di ancak kılıçlar kınlarında değildi. Kansu’nun elinde bir parşömen vardı, Emer parşömeni aldı ve okumaya başladı. Parşömen çok uzundu ancak içinde ki bilgileri okuyunca Emer bir altın bulduğunun farkına vardı hatta altından çok daha değerliydi. Bu Kansu’nun onlara bıraktığı değerli bir mirastı.

Kansu ölmeden önce yaptıkları bütün mücadeleyi eksiksiz bir şekilde raporlamıştı, yazı şekline bakarak Emer bunun el ile değil büyü ile yazıldığını anladı. Parşömen Kral Mecil ve Prens Muka’nın ölümlerini, Kara Sancakları ve nasıl var olduklarını, onları etkisiz hale nasıl getirdiklerini, sonra kapıyı yıkmak için gelen Yem Erin’i ve Kansu’nun onu nasıl durduğunu, ondan sonra bir düzine daha Yem Erin geldiğini ve Unsar’ın nasıl düştüğünü anlatıyordu. Parşömenin sonunda bir not vardı.

“Son bir şey daha, bu Kara Lejyon Unsar’dan sonra büyük ihtimalle Elder’e gider. Zingr’in surları kalın ve yüksek buna dayanır ancak Elder’in akibeti kesinlikle Unsar ile aynı olur. Tabi sen bu parşömeni bulan zamanında Elder’i uyarabilirse şehrin kaderini de…” büyük ihtimalle Kansu öldüğü için büyü yarım kalmıştı. Emer Unsar’da kalıp Zinsbis’i arayacaktı ancak yüzü bu notla ciddileşti.

“Elder mi? Bu imkânsız yolda hiçbir ordu ile karşılaşmadım. Bu olamaz büyük ihtimal Zingr’a gitmişlerdir. Ama öyle olsa bile bir an evle Elder’i uyarmalıyım.”

Koşarak Mısır’ı bıraktığı yere gitti. Ata bindiğinde akşam oluyordu. Bu sefer atı zorluyordu, bir yandanda içinden dua ediyordu “Dayan kızım, dayan sakın çatlama, evin tehlikede Mısır, Koş kızım!

Gece vakti Elder’e varmıştı ancak her şey için artık çok geçti. Şehrin kapısı paramparçaydı. Şehirden iniltiler, ağlamalar ve çığlıklar yükseliyordu. Elder düşmüştü. Konağı yıkılırken izliyordu. Emer’in tavrı soğudu bu şehri seviyordu ve şimdi yıkılışını seyrediyordu. Yapabileceği hiçbir şey yoktu, Batı Kulesine gitmek üzere atın yönünü değiştirdi. Koşumlara vurup tam gidecekken, ormandan birinin çıktığını gördü ve peşinde de Yem Erin vardı.

İresya Efsaneleri - Doğa Ana YoraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin