Kulakları asla bitmeyecekmiş gibi çınlıyordu.
Yumuşak bir şeyin üstünde yatıyordu. Gözleri kapalıydı, açmayı henüz denememişti. Göz kapaklarının üzerinde ağırlıklar varmış gibi hissediyor, kulağındaki çınlama başına ağrılar girmesine sebep oluyordu.
Bilinci yavaş yavaş yerine gelirken ellerini kıpırdattı ve yere dokundu.
Çimen?
Elinin değdiği şey çimen miydi? Gözlerinin aralarken gördüğü şey güçlü ve saf bir ışıktı. Gözlerini açtı ama açtığı gibi kapattı. Dudaklarından anlaşılmayan mırıltılar döküldü. Başı o kadar çok ağrıyordu ki görme yetisini kullanabiliyor muydu emin değildi.
Gözleri kapalı, doğruldu.
Gözlerini yavaşça açarken üstüne oturduğu şeyin gerçekten çimen olduğunu gördü. Gözlerini gökyüzüne çevirdiğindeyse neyin yanlış olduğunu anlaması, beyninin gördüklerini algılaması birkaç saniye sürdü.
Gökyüzü mordu, üzerinde durduğu çimenler ise pembe.
Gördüklerine inanamayarak gözlerini ovuşturdu.
Neredeyim? Buraya nasıl geldim? Az önce taş gibi bir kızla bir partide değil miydim ben?
Siktir. Neler oluyor?
Gözlerini iyice açarak başını ovuşturdu. O anda rüya gördüğüne oldukça emindi. Çünkü bu gördükleri ancak bir rüyada olabilirdi. Yavaşça ayağa kalktı. Gözlerini etrafında gezdirdi.
Durduğu yerin sol tarafına doğru pembe çimenliklerin arasından yeşil bir alan dikkat çekiyordu. Biraz daha dikkatli baktığında bu yeşil yerin sıvı gibi hareketlendiğini gördü. Bir göl, diye düşündü o tarafa doğru yürürken. Sadece bununla kalmıyordu, pembe çimenliklerin ardında bütün çevresini kaplayan genellikle turuncu olmak üzere bütün renklerden yapraklara sahip yüzlerce ağaç bulunuyordu. O ağaçların ardındaysa daha başka renk paletlerine sahip dağlar daha ilerisini görmesine engel oluyordu.
Anladığı kadarıyla vadi gibi bir yerdeydi. Bulunduğu yerden ise nereye gideceği hakkında hiçbir fikri yoktu.
"Bu ne ya..." dedi sesli bir şekilde. Kendi sesini duymasıyla irkildi. Bir rüya bu kadar gerçekçi olabilir miydi? Giderek daha da bunalıyor, buradan kurtulmak istiyordu. Burası neresiydi? Buraya nasıl gelmişti?
Bu o kız ve bardaki garip arkadaşlarının Eren'in pek de komik bulmadığı bir şakası olabilir miydi?
Peki burası neydi? İstanbul'da daha önce hiç duymadığı temalı parklardan biri olabilir miydi?
Gördüğü yeşil gölcüğe doğru yürürken yere eğildi ve pembe çimenlere dokundu. Plastiğe benzemiyorlardı, tam tersine oldukça gerçekçiydiler. Yeşil göle vardığında durdu. Eğildi ve elini gölün yüzeyinde gezdirdi. Bu gerçekten de suydu. Pekala, su olmasa da suya oldukça benzeyen bir şeydi.
Elini gölün içine daldırdım. Ne yapıyordum ben? Ya bu su değildiyse? Yine de kendime hakim olamayacaktım. Hala değişik bir şakanın, belki de bir kamera şakasının içinde olduğuma inanıyordum. Yani bu su olmalıydı değil mi? Bana zarar verecek bir şeyi buraya koymazlardı, değil mi?
Avucuna doldurduğu yeşil suyu yavaşça ağzına götürürken gözleri kapalıydı. Suyun tanıdık tadının hissedince ister istemez gülümsedi. Tanıdık bir şey bulmuştu! O anda ne kadar susadığını fark etti. Kana kana yeşil suyu içerken arkasından gelen adım seslerini duymamıştı.
Omzunda keskin bir acı hissederken acıyla kıvrandı. Eli omzunun üzerinden sırtına doğruna gitti fakat görüşü çoktan bulanıklaşmaya başlamıştı. Sonunda sırtına saplanan şeyi çıkardığında bunun küçük bir ok olduğunu gördü.
Derken aynı acıyı bacağının arka tarafında da hissetti. Bacağına doğru eğilirken titrediğini fark etti. Bir tane daha, bu sefer sırtının sol kanadına denk gelmişti. Gözlerini sımsıkı yumdu. Acıtıyordu. Vücudumun giderek kontrolümden çıkmaya başladığını hissettim. Önce bacaklarım çöktü. Daha sonra da zihnim.
Birinin onu sarsmasıyla uyandı. Anında yattığı yerden doğruldu. Beyni son bir saatte yaşadıkları yüzünden iyice dağılmıştı. "Onlardan biri misin?" diyen bir ses duydu. Ayaklarını kendine çekerek oturdu ve gözlerini yerden kaldırarak karşısındaki yaratıklara baktı.
Onlara canavar demek yakışıksız kaçardı. İnsana benziyorlardı. Belki de insandılar... bir zamanlar.
Görünüşleri Eren'in bildiği ve tanıdığı insanlarla aynıydı. Onları farklı yapan şey ise derilerinin renkleriydi. Eren buraya geldiğinde güneşlerini görmüştü. Mor gökyüzünün üstünde parıldayan gri bir güneş... Nasıl olduğunu, neden böyle olduğunu bilmiyordu fakat gözleri onu yanıltmıyorsa bu garip yerin güneşi gerçekten de griydi.
İnsanları da öyle. Bazılarının ten rengi açık griyken, bazılarınınki bembeyazdı. Çoğunun saçı simsiyah, Bazılarının ise ten renklerine benzer daha açık gri renklerinde saçları bulunuyordu. Sadece yüz hatlarına bakılacak olursa Eren karşısındaki beş kişiden sadece bir tanesinin kadın olduğunu söyleyebilirdi.
Elinde uzun bir kılıç bulunduran bir adam, Eren en başta da kendisine seslenenin o olduğunu sanıyordu, ona tekrar seslendi. "Gerçek misin? Gerçekten burada mısın?"
Eren anlamadığını belirtecek şekilde kafasını iki yana salladı. Bakışlarını yere koyduğu ellerine çevirdi. Artık pembe çimenlerin üzerinde değildi. Beton gibi bir şeyin üzerinde duruyordu. Etrafını inceledi. Üç yanı kapalı bir odada gibiydi fakat önünü kapayan insanların arkasından hayal meyal süzülen bir ışık ve başka insan sesleri duyulabiliyordu.
Kafasını kaldırdığında etrafındaki duvarların mor gökyüzüne ulaştığı yerlere doğru pencere ve balkon tarzı yapılarının olduğunu gördüğünde çıkmaz bir sokakta olduğuna iyice inanmaya başlamıştı.
Tekrar dikkatini onu büyük ihtimalle buraya getiren insanlara çevirdi. "Tabiki gerçeğim." dedi sersem bir şekilde.
"Nyx," dedi elinde kılıç tutan adam. Kız olduğunu sandığı derisi bembeyaz olan kişi ileri doğru bir adım attı. Eren kızın vücudunun arkasına saklamış olduğu bıçağı fark etmişti. Gözleriyle dikkatlice kızın hareketlerini izledi.
Kız onun önüne kadar geldi, diz çöktüğünde göz göze gelmişlerdi. "Mordo, onun bir hayalet olmadığını çok iyi biliyorsun." dedi kız gözlerini Eren'in gözlerinden ayırmadan. Mordo denilen, kızdan daha koyu bir tene sahip olan adam, "Sadece tek bir şekil alıp almadıklarını bilmiyoruz." diye cevapladı. Yanındaki başka bir adamla bakıştılar. "Ayrıca buradan olmadığını rahatça görebilirsin. Bir hayalet olmasa bile o bir yabancı." Son kelimeyi duyanlar, yabancı kelimesinin onlara özel bir anlamı varmış gibi yüzlerini buruşturdu. "Bu bile dikkatli olmak için yeterli bir sebep."
Eren'e bakan kız yavaşça olduğu yerden kalkarak çocuğun etrafında dönmeye başladı. Eren birden kendini çok garip hissetti. Hala şu ana kadar olanları anlamış olduğu söylenemezdi fakat buraya ait olmadığı çok belliydi.
"Tenin..." dedi kız. Eren kızın nefesini kulağında hissetmişti fakat vücudu kafasını çeviremeyecek kadar kasılmıştı. Onun yerine bakışlarını karşısındaki adamların üzerinde gezdirdi, birkaç tanesinin bakışlarının sertleştiğini fark etmişti.
Belinde doladığı kemer boyunca farklı uzunlukta bıçaklara sahip olan adam, "Bence onu yanımıza almalıyız." dedi. Mordo, "Aynı fikirdeyim. Nyx buraya gel. Porta, Age tutun onu."
Bu sözlerle birlikte dünya Eren için bir kez daha karardı.
İğneyi göğsünde hissedip bilincini yitirmeden önce gördüğü son şey mor gökyüzüydü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
obeson
Science Fictionobeson by MarvelousAnnabelle (Türkçe) farklı kaynaklardan aynı hapları alan insanların bu haplar sayesinde geçtikleri paralel evrendeki hikayeleri