"Merih!" dedim inleyerek. "Yüzüme bile bakmıyor! Yüzüme. Benim gözlerimin içine bile bakmayı kaldıramazken bu iğrenç bedenime nasıl bakabilir? Midesi kaldırabilir mi? Bu yükü taşıyabilir mi?"
"Gaye... Bebeğim, sakinleş olur mu? Bak lütfen, kendine zarar veriyorsun. Ağlama artık."
"Bilmiyorsun... Bunun ne demek olduğunu bilmiyorsun! Asla da bilemeyeceksin... Beni yalnız bırak lütfen." dedim lavabonun kenarına tutunarak ayağa kalktım. "Dersine git sen. Ben bugün artık ders dinleyebileceğimi düşünmüyorum."
Merih gidince kendimi tutmak için kilitlediğim tüm kilitler kırılmıştı sanki. Gözlerimden boşalan acı yaşlara engel olamıyordum. Bacaklarımdaki güç boşalmıştı. Makarna gibi kıvrılan bacaklarımla yere, dizlerimin üstüne çoktüm hızla. Hıçkırıklarla sarsılan bedenimi sakinleştirmek mümkün müydü?
Gözyaşlarımı silemiyordum... O an aklıma kazınmıştı sanki. Kahverengi gözlerimden sızan iri şeffaf damlalar dökülürken parmaklarımı ısırdım.
"Ben neden böyleyim?" dedim kısık çıkan sesimle. "Sevilmeyi hiç mi hak etmedim Allah'ım? Neden böyleyim ben? Benim neyim eksikti diğer kızlardan? Kaç kez yalvardığımı, dualarımı unuttum artık... Ne olursun al canımı bari? Bu acıyla yaşatma beni..." hıçkırarak yere kapandım. "Bir kez bile sevilemez miyim? Sadece bir kerecik... Ufacık, saf bir aşk? Neden hiç güzel değilim? Neden bu beden böyle? Neden?"
1 saate yakın süre tuvalette ağlayıp içimi döktükten sonra ayağa kalktım. Aynada kıpkırmızı ve şişmiş gözler, akan bir burun, darmadağın saçlar, dağılmış bir Gaye gördüm.
Küçücük bir ihtimal de olsa ona tutunmuştum ben... Serhan'ın -kurtarıcımın- ismini geç öğrendiğim ama bir türlü aklımdan silip atamadığım o adamın benimle ilgilendiğini düşünmüştüm. Bana karşı öyle korumacıydı ki...
Beni çıplak görmüştü. Keşke görmeseydi diye yüz binlerce kez dua ettim içimden. Keşke... Keşke..
O gecenin ardından yaklaşık 5 hafta geçmişti. Ben bir gölge gibi onun peşindeydim neredeyse. Nereye gitse, kiminle konuşsa biliyordum. Etrafında dolanıyor köpeğin kuyruğu kadar yakın oluyordum ona. O beni farkediyor ama gözlerime bile bakmıyordu. O Zeynep'e bakıyordu. Onun platin sarısı saçlarında elini gezdiriyordu. O gece belki de Bar'dan beni değil de Zeynep'i -doğum günü kızını- götürmüş olmayı diliyordu.
Tabii, Zeynep benim gibi değildi. Benim gibi devletin bursuna gerk duymuyordu o zengin sürtük. Vücudu estetik üstüne estetik geçirmiş -kıskançlık yapmayayım belki de geçirmemiştir?- mankenler kadar sıkı ve düzgündü. Ben balık etli sayılırdım. Biraz koşunca yanaklarım kızarıverirdi hemen. Onun gibi mükemmel değildim.
Musluğu açtım ve makyajsız yüzümü yıkadım. Gözlerim ağlamaktan acımaya başlamıştı artık. Kağıt mendillerden biriyle burnumu temizledim. Çantamdan temizlik için kullandığım makyaj çantamı çıkardım ve el havlumu alıp yüzümü kuruladım. Yanımda fontöten taşısaydım eğer bu kızarıklıkları giderebilirdim.
Ağlamaktan halsiz düşmüştüm. Sarsak adımlarla 2 kat aşağıya inip kafeteryadan yiyecek bir şeyler almak için kendimi zorladım. Kafeteryadan adımımı atmamla bedenimi saran güç dalgasıyla olduğum yere çakıldım. Oradaydı.
Zeynep kış olmasına rağmen ultra dekolteli bir bluz -tişört? bez parçası?- giymişti. Aslında sadece sarınmış desem daha doğru olurdu, örtünmekten çok açmıştı sanki her yerini. Minicik bir etek giymiş yanında oturan Serhan'ın gayet farkında olduğu bir ilgiyle parmaklarını onun bacaklarında dolaştırıyordu. Serhan parmaklarının hareketinden etkilenmiyormuş gibi duruyordu ama bakışları onun göğüslerinden ayrılmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayrı Yataklar
Художественная проза"Uzak dur!" incecik, biçimli kaşlarını çattı. "Yaklaşma! Yoksa kötü olur. Ne yapmaya çalışıyorsun yine ya! Ne istiyorsun?!" kollarını çaprazlayarak omuzlarını tuttu. Göğüslerini gizlemeye çalışıyordu, ama farkında değildi böyle daha çok göze çarpıyo...