Bölüm 4:Mustafa Kemal Paşa

478 40 18
                                    

"Hilal hemşire!"

Hilal ardından gelen sese yöneldiğinde yorgunluğun esir aldığı bedeni sendeledi; lakin hemen toparlanarak Peyker hemşirenin yanında aldı soluğu.

"Diğer koğuşla alakadar olmam lazım gelir. Hastanın pansumanını değiştirebilir misin?"

"Elbette." dedi Hilal. Piraye hemşire henüz yanından ayrılmadan sargılara hücum eden eli aniden düştü, ardından kararan gözleriyle baktığı son kişi Başhekim Abbas Bey olmuştu. Yorgunluktan bitap düşen bedeni ne ona uzanan elleri, ne de onu kucaklayıp sedyeye taşıyan eli hissetmişti o vakit. Yalnız vücut yorgunluğu olsa birkaç saat istirahat yetebilecekken, ruhunun ve kalbinin yorgunluğuna bir ömrün yetmeyeceği kanaatindeydi.

Kendine geldiğinde hava iyiden iyiye aydınlanmış, takriben vakit öğleyi bulmuştu. "Akşam nöbeti çoktan bitmiş olmalı." diye düşünerek endişe ile kalkmaya yeltendiyse de, kıpırdamasına Azize hemşire mani oldu.

"Ne oldu sana kuzum?" diye sordu annesi olağanca şefkatiyle. Cevabını bildiği bir sualdi bu; lakin şu vakitler şifa bulmasını istediği yegane yara evlatlarınınki olduğundan var gücüyle alakadar olmaya direniyordu. Yine de o yüreklerde açılan yaraları ne hemşireliğinin ne de anneliğinin tüm maharetlerini sergilemesinin geçireceğini bilmek, Azize'yi derin bir kedere sürüklüyordu.

"Hiçbir şey annem, üzme kendini. Yorgun düştüm zannımca." dedi Hilal. Hiçbir şeyden gayrı kelamı yoktu elemini ve kederini anlatmaya; çünkü yüreğinin yangınını ifadeye bu dünyanın kelimeleri pek bir kifayetsizdi."Hem sen düşünme beni. Bak gebesin, doğuma pek az vakit kaldı."

Kızının şefkat dolu yüreğine gülümsemeden edemedi Azize.

"Ah benim yüreği güzel kızım, kınalı kuzum..."

Usulca eğilerek öptü alnını Hilal'in.

"Yüreğinin yangınını görmez miyim sanırsın?" diye devam etti ve kederle iç çekti. Kızının ikinci kez babasını, üzerine sevdaya düştüğü genci kaybetmesinden ileri gelen kederini anlıyordu. Dillendirmek, yarasını kanatmak istemeyerek sürdürdü kelamlarını. "Vatana hizmet için bırakmadık mı İzmir'i? Bu halde nasıl hizmet edeceğiz vatana millete? Sen ekmek derdine düştüğümüz vakitte dahi 'Ne ekmeği anne, vatan elden gidiyor!'  demedin mi bana vaktiyle. Şimdi sen misin derdinin deryasında boğulup yataklara düşen? Topla kendini güzel kızım!Milletimiz uyanıyor, direnişimiz esas şimdi başlıyor. Daha bir gün evvel bu topraklarda bir meclis açıldı! Senin yüreğinin pır pır etmesi lazım kuzum."

Nicedir bir hükümetin kurulacağının havadisi Ankara'da kol gezerken, dün nihayet kurulmuştu Millet Meclisi. Annesinin sözlerini haklı bulan yanını dinleyecekti. Biraz istirahat edip vazifesine dönmesi icap ederdi, gücünün yettiğince destek olmalıydı vatana, mücadeleye koyulan onca vatan evladına.

Hemşirelik vazifesinin yanında bir şeyler yapmalı diye düşündü. Hem hasta düşenlere en âlâ şekilde hizmet etmeli, hem de halkın heyecan ve inancını diri tutmalıydı. Anladı ki hem İzmir'in, hem de Ankara'nın ihtiyacı vardı Halit İkbal'in mürekkebine.

Evde dinlenme bahanesiyle izin alarak hastaneden çıkmıştı. Niyeti, karargahtaki Ali'ye giderek yazısının bir nushasını ona verip, Ankara'da basılmasını rica etmekti. Elbette ki eve gidip dinlenmeye ihtiyaç duyuyordu; lakin vazife bitmeden uyku haramdı.

Hastane sokağını dönmeden hemen evvel durdu Hilal.

"Hilal!"

Seslenen Piraye'ydi.

"Efendim Piraye?"

"Annen sana eve kadar refakat etmem için beni gönderdi. Hakkı da var, seni bu halde tek bırakmam."

NamütenahiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin