Ben ve Mustafa ağızlarımızın içinde ağlamaklı bir tonda ” bunlar ne? Ne oluyor? Ne yapacağız? gibi kısa cümleler geveliyorduk.
Yanımızdan geçerlerken buz gibi bir soğukluk hissettim. Yüzlerine bakabilmek için başımı bir hayli yukarı kaldırmak zorunda kaldım. Boyları en az 190 cm civarındaydı. Sanki biz yokmuşuz gibi yanımızdan geçip gittiler. Tam o esnada yolun sol tarafındaki mezarların olduğu bölgeleden pof diye toprak sesi duyduk. O bölge karanlıktı, bir şey görünmüyordu. Koşmaya başladık. Bu sefer yolun sağından solundan ve mezarlığın her yerinden, giderek daha da çoğalan pof pof diye belki yüzlerce ses geliyordu. Sesler daha da çoğalıp birbirine karışarak bir uğultuya dönüşmüştü. Biz var gücümüzle gediklerin olduğu bölgeye doğru koşuyorduk. Ardıma bakmıyordum, o an aklımdaki tek şey gediklerden birine ulaşıp o mezarlıktan kurtulmaktı. Mezarlığın duvarlarına yaklaşmıştık fakat gedikler görünmüyordu. Asfalt yoldan çıkarak mezarların olduğu karanlık bölgeye girdik çünkü başka türlü duvardaki gedikleri bulamazdık. Duvarın dibine ulaştık ama hala hiçbir çıkış görünmüyordu. O an yere baktığımda, aydınlatma direğinin aydınlattığı alan boyunca zeminin her yerinden avuç avuç toprak, pof pof diye sesler çıkararak yerden yaklaşık 30 ya da 40 cm kadar havalanıp yere düşüyordu. Zemini bir toz bulutu kaplamıştı. Mezarların arasında duvar boyunca koşuyorduk.
Korkudan yolumuzu kaybetmiştik, gedikleri bulamıyorduk. Koşarken ayağım bir mezara takıldı ve çok sert bir biçimde yüz üstü yere düştüm. Sersemlemiştim, kollarımda ve dizlerimde inanılmaz bir acı duyuyordum.
