Bölüm 17: Büyük Buluşma

178 6 12
                                    

Saat 06:30 Sevda günün ilk ışıklarının perdenin hafif aralık kalan kenarından odaya zarifçe süzülmesiyle büyük bir umutla daha alarmın çalmasını beklemeden uyandı. Büyük gün, büyük umutlar, büyük hayaller... Böylesine önemli günler nadir olurdu insanın hayatında en azından Sevda öyle düşünüyordu.  Hayatına yeni bir pencere açacak olan bu günü sadece çok mutlu hissettiğinde yaptığı gibi annesinin çeyizinden kalan fincanla kahve içerek karşılamak istedi. Bir başkası duysa bu geleneğine gülerdi belki ama bunu yapmak onun mutluluğunu artırıyordu.

Kocaman gülümsemesiyle yataktan kalkıp mutfağa koştu. Neredeyse sadeye yakın içtiği kahvesini alıp masanın karşı tarafına herkeslerden gizlediği Yiğit'in fotoğrafını koydu. Karşısındaki minik bir çerçeve içerisinde olan bir fotoğraf değil de gerçekmiş gibi uzun uzun baktı Yiğit'in insanın içini ısıtan yeşil gözlerine.  Bir başkasının gözünde bu manzara bu kız şizofren dedirtecek kadar vardı hani. Keyifle içerken kahvesinin son yudumu boğazında kaldı. Çünkü aklına Ayaz'ın Yiğit'e söyledikleri gelmişti.

-Ah Ayaz ah! Daha doğmamış çocuklarımı babasız bıraktın, aşk hayatımı başlamadan sonlandırdın. Sana ne desem bilmem ki! diye söylenerek giyinmek için odasına geçti.
Bugün ilk iş günüydü, hem çok güzel hem çok sade olmalıydı. Ayrıca kendisinden günlerdir haber alamadığı Yiğit'e de;

-Bak Yiğit efendi bak neler kaçırdın bir gör, demek istiyordu.

Bir anda gelen deli cesareti geldiği hızla geri dönerken Sevda pek gösterişli olmayan ama kendisini fazlasıyla tatlı gösteren omuzları hafif açık kırmızı bir bluz ve siyah renk kalem bir pantolon tercih etti. Ayakkabı olarak da yine siyah mat bir stiletto seçti, tabi ki sadece şirket içinde giymek koşuluyla. O kadar yolu dolmuşta giderken topuklu giyip kendine eziyet etmek istemiyordu çünkü. Her zamanki gibi hafif bir makyaj yaptıktan sonra salaş bir şekilde topladığı saçlarına son bir kez aynada bakıp evden çıktı.

Otobüsten inip biraz yürüdükten sonra karşısında göğü selamlayan plazayı görünce hemen ayakkabılarını değiştirecek bir köşe aradı. Binanın giriş kapısının önünde duran devasa saksıya yaslanarak işini çabucak halletmeye çalışırken önünde biri durdu. Sevda yavaşça kafasını kaldırıp bakmak istedi ama kadının çivi topukları ve leyleği andıran uzun bacakları buna pek müsaade etmedi. Sevda; 

- Kadındaki bacak sanat filmi gibi maşallah, bak bak sonu gelmiyor diye içinden geçirip hafif gülümsediği an filmin  sonunu gördü.

Tahminen otuzlu yaşlarda, sarışın, fazla süslü, açıkta bıraktığı göğüslerine bakılırsa fazla iddialı ve Sevda'ya alaycı bakışlarından ukala olduğu anlaşılan bir kadın...

-Merhaba hanımefendi bir şey mi var neden öyle bakıyorsunuz?

-Nasıl?

- Alay eder gibi!

-Senin gibi topuklu ayakkabı giymeyi beceremeyip çantasında taşıyan ve böyle elit bir binanın önünde giymeye çalışan ucuz bir kıza başka nasıl bakacaktım şekerim. 

Kadın Sevda'nın kulaklarında yankı yapan "ucuz" kelimesini yineleyip kahkaha atınca Sevda sabır çekerek, ilk günden rezillik çıkarmak istemediği için sessizce yeniden ayakkabısına eğildi. Ancak kadının rahat durmaya niyeti yoktu. 

-Şu pazar malı ayakkabını çek şuradan, diyerek yerdeki ayakkabı ya tekme atınca Sevda'nın laz damarı attı.

-Bana bak süs bebeği bir kez daha ağzını açıp hakaret edecek olursan seni şu saksıya gömerim. O gökdeleni andıran topuklularını da mezar taşı diye üstüne dikerim! 

Sevda'nın ani tepkisi ve tehdidi korkutmaya yetti. Rengi hafif kırmızıya dönen kadını arkasında bırakan Sevda kapıdan içeri girmeden önce dönüp 

-Her sabah geçerken üzerine  çiçek koyar sularım, sen hiç endişelenme emi dedi.

Normalde insanlara böyle davranmaktan hiç hoşlanmasa da bu tarz insanların bu dilden anladığını çok iyi biliyordu. 

Güvenliğe gelince ismini verip kendisinin Yiğit Bey'in yeni çalışanı olduğunu söyledi. Yiğit daha önceden haber verdiği için odasına kadar eşlik ettiler. Çalışacağı odanın hemen karşısında kapısında "YİĞİT POYRAZOĞLU" yazan bir oda ve iki odanın tam ortasında da sekreter masası vardı.  Yalnız bu sefer sekreter kadın değil Sevda yaşlarında bir erkekti. Sevda buna biraz şaşırsa da odasına geçmeden önce tanışmak istedi.

-Merhaba ben Sevda, yeni mimarım.

-Merhaba efendim ben de Emre, memnun oldum.

-Efendim gibi hitaplar kullanmana gerek yok Emre. Hem sanırım aynı yaşlardayız. Adımla seslenmen yeterli.

-Peki Sevda aramıza hoş geldin. 

Sevda bu samimi tanışma faslından sonra odasına geçip Yiğit'in gelmesini bekledi. Ancak saatler geçmesine rağmen  gelen giden yoktu. Dayanamayıp Emre'ye sormaya karar verdi. 

-Emre ben şey soracaktım. Yiğit.. yani Yiğit Bey bugün gelmeyecek mi? 

-Yiğit Bey birkaç gün daha bizimle olamayacak maalesef.

-Neden?

-Senin haberin yok mu, Yiğit Bey yaklaşık bir hafta önce ağır bir trafik kazası geçirmiş. Bir arkadaşına mezuniyet balosu için eşlik edecekti. O gece eve dönerken...

-Yiğit!.. Yiğit!..

Sevda yüreğini yakıp geçen sevdiği adamın ismini sayıklarken gözyaşları çoktan sel olmuştu bile. Hıçkıra hıçkıra Emre'ye hangi hastanede olduğunu sorup çantasını aldığı gibi fırladı. Yol boyunca ağladığı için kıpkırmızı olan gözlerini silerek danışmadan Yiğit'in odasını öğrendi ve asansörü bile beklemeden dört kat merdiveni bir solukta çıktı. Derin bir nefes alıp yavaşça içeri girdi. Neyse ki Yiğit uyuyordu. Kendisini bu halde görmesini istemiyordu çünkü. Sessizce başucunda durup yıllardır hasret kalmış gibi yüzünün her bir köşesine baktı. Yüzünde kazadan kalma çizik ve yara izleri vardı. Sevda uzaktan bakmaya daha fazla dayanamayıp yavaşça yüzüne saçlarına dokundu. Onun sıcaklığını hissedince tüm vücudu alev almış gibi yanmaya başladı. 

Onu o kadar çok özlemişti ki sımsıkı sarılmak istiyordu ama yapamadı. Ona dokunmakla yetindi. Sessizce 

-Ya sana bir şey olsaydı ne yapardım ben? Ya ölseydin? dedi.

Yiğit'in öldüğünün düşüncesi bile Sevda'yı yeniden ağlatmaya yetti. Gözyaşı Yiğit'in yanağına düşünce Yiğit uyandı ancak gözlerini açmadı. Bu anın büyüsünü bozmak istemiyordu.

-Çok bencilsin Yiğit, daha sana kavuşamadan beni sensiz mi bırakacaktın? Ama yok öyle hemen gitmek. O güzel dudaklarından "Seni Seviyorum Sevdam" cümlesini duymadan hiç bir yere göndermem seni.

Ağlamaktan boğazı kuruduğu için yutkunup tekrar devam etti.

-Ben seni tanırım Yiğit, annen yabancı da olsa baban karadenizli. Sen kesin o patavatsız Ayaz'ın söylediğine takıldın. Onu sevdiğimi düşündüğün için laz damarın tuttu öfkeden gözün döndü ve gerisi hastane işte.

-Ah benim güzel Sevdam. Ne ara bu kadar iyi tanıdın beni. Senin benden başkasını seviyor olma ihtimalin çıldırttı beni. İçim yandı cennet çukurlarına öldüğüm... O şerefsiz Ayaz'a attığım yumruklar da içimin yangınını söndürmedi. Sözde o gece sana gelip "sen benimsin" diyecektim ama... Olmadı gelemedim işte. Öfkeden gözüm dönmüştü gerisini hatırlamıyorum zaten (iç ses) 

Sevda bu cümleleri duysa hemen oracıkta nikah memurunu çağırırdı ama duyabilmek için bir süre daha bekleyecekti galiba. 

-Yiğit ben Ayaz'ı değil seni seviyorum anladın mı seni seviyorum. Aç gözlerini lütfen. İlerde bütün çocuklarımızın seninki gibi olması için dua edeceğim o güzel gözlerinden mahrum etme beni. Lütfen aç gözlerini...

Yiğit daha fazla dayanamayıp ağlayan sevdiğini güldürmek için bir anda  muzipçe

-Açtım, dedi.

4 CANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin