5. HATA

249 25 42
                                    


      Hata yapardı insan. Kimi farkına varmazken kimi de pişmanlıkla donatılırdı. Kimi ise, gurur bile duyardı yaptığı hatadan...

Göğüsünü yumruklayan kalbinin üzerine elini koydu Yaren durdurmak ister gibi. Yatağının üzerinde bağdaş kurarak oturmuş mektupla bakışıyordu. Okuyup tekrar yerine koyma niyetiyle almıştı ama sonra pişman olmuş okumadan yerine bırakmak istemişti. Mehmet engel olmasaydı...

Mehmet gelince eli ayağına dolamıştı da koyamamıştı mektubu yerine. Şimdi yine merakını dürtükleyen birileri girmişti sanki içine. Dudaklarını ısıra ısıra neredeyse kanatacaktı. Mektubu eline aldı, sonra yatağa bıraktı. Tekrar aldı, tekrar bıraktı...

Bu yaptığı özel hayata saygısızlıktı apaçık. Ama her kime mektup yazdıysa bilmek istiyordu aralarındaki bağı. Belki de önemsiz bir şeydi. Ama bir kadının hisleri erkeklerin kas kuvvetinden bile daha kuvvetlidir. Bunu biliyordu Yaren. Ve hissediyordu... Bu bir aşk mektubuydu.

Bir anda yine ateşe dokunmuş gibi çekti elini mektuptan. Daha büyük dertleri varken bunlarla mı uğraşacaktı? Babası... Annesinden sonra babasının bu durumu Yaren'e yıkım içim bir kapı aramamıştı yine. Ama bu kez girmeyecekti o kapıdan. Başını kaldırıp da bakmayacaktı onu karanlığa sürükleyen dertlerine. Başını indirdi ve mektuba baktı. Belki de kafasını dağıtırdı bu mektup. Derince bir nefes alıp verdikten sonra açtı mektubu...

" Sevda, yüreğe alınan bir bela gibidir. Yüreğime aldım seni İlyasım. Bela demeden... Bela denildiğine de bakma öyle, hasretten hep. Hasret beladır gönüllere. Yara açar, gün geçtikçe tuz basar. Tuz basar yüreğime hasretin İlyas. Canımı yakar özlemin. Bekledikçe durur sanki zaman. Bekledikçe bana inat ne gün batar ne güneş doğar. Günü gece etmek mi yoksa geceyi gün etmek daha zordur bilemedim bir türlü. Ama en zoru beklemektir bilirim... Ve seni beklerim İlyasım. Sen de kavuşacağımız günü bekle. O zamana dek Rabbime emanet kal... "

Gözlerinden akan yaşın mektuba damlamaması için hemen yüzünü sağa çevirdi Yaren. Hıçkırıkları boğazını tıkarken dudaklarını birbirine bastırmakta ısrarcıydı. Gözlerini sımsıkı yumup hıçkırıklarını yutmayı denedi. Zorlandığını fark ettiğinde yatağında uzanıp yüzünü yastığa gömdü. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu ama kapının açılma sesiyle doğrulduğunda gözyaşları nihayet dinmişti. Hâlâ yatağın üzerinde duran mektubu alel acele yastığın altına koyup gözlerinde duran son damlaları da elinin tersiyle silip kapı pervazında duran babasına baktı.

- Uyumuyorsun değil mi kızım?

- Yok babacım, gel.

Sadık Bey, odaya girip kapıyı kapattı. Yatağın ucuna oturarak kızına baktı tebessümle.

- Yemek hazır kızım, annen aşağıda bizi bekliyor. Hadi biz de inelim artık.
Yaren, bir an öfkelenip babasına bağırmak istese de gözlerini yumarak sakin kalmaya çalıştı. Bir haftadır anlatamıyordu ona annesinin öldüğünü. Anlatsa da yine unutuyordu. Her gün o olayı anlatıp , o acıyı tekrar tekrar yaşamak berbat bir şeydi. Anlatmanın artık gereksiz olduğuna karar vererek zoraki bir tebessüm yerleştirdi yüzüne. Aşağı inene kadar zaten yine unutacaktı. Yemek yemeye indiklerini bile unutacaktı.

- Tamam babacım. Sen in , ben de hemen arkandan geleceğim.

- Peki kızım.

Sadık Bey, oturduğu yerden kalkıp da odadan çıkarken Yaren başına neden bunların geldiğini düşünüyordu hâlâ. Annesinin ölümü, o berbat gün... Dün gibi aklındaydı. O anlar gözünün önüne geldikçe içinde tutuşan bir ateş doğuyordu âdeta. Babası ne olacaktı şimdi peki? Her gün ona annesini hatırlatıp duracak mıydı böyle? Bir de yüreğine yeni yeni dokunan bir acı daha eklenmişti tüm bunlar yetmez gibi. Ne ara olmuştu bir türlü inanamıyordu. Okulda yüzlerce erkek peşinde koştururken, hiçbiri umrunda değilken... Nasıl olur da henüz yeni tanıdığı bu adama karşı böyle değişik şeyler hissedebilirdi?

DİLBER  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin