KM●1 ⏳

1.2K 353 582
                                    

Bölüm şarkısı;

#Lord : Ladder Song

Okumadan önce kısa bir açıklama yapayım. Bölümleri bilerek kısa yazıyorum. Böylesi hem kolayıma geliyor hem de yazarken sıkılmıyorum. Neyse, keyifli okumalar :)

Cesur bir savaşçı olarak yeniden doğduğumda asiler benim öfkemi iliklerine kadar tadacak.

-Rahip İmhotep

Düzenlendi.

Kollarımı sıkıca sardığım ve göğsüme bastırdığım kitaplarıma sarılmış bir şekilde kampüste koşuyordum. Dersin başlamasına nereden baksanız on dakika vardı ama ayaklarım benimle aynı fikirde olmayacak ki deli danalar gibi, dizginlenemez bir süratle dört nala gidiyordu. Evet, şimdi u dönüşü yapmalıyım. 

Asansörün önüne geldiğimde yüzümde oluşan gülümseme kapının son saniye kapanmasıyla silinerek yok oldu. Dudaklarımı şişirip bir süre öylece bekledim. Her zamanki gibi dersi kaçırmıştım işte ve Hakan Hoca bu konuda çok katıydı. Yoklama zaten almış başını gidiyordu. İçimde tuttuğum havayı yavaşça dışarı verip asansörün metal kapısındaki yansımamda yanaklarımın sönüşünü izledim. 

Bir kaç ay olmuştu, öğrenci değişim programıyla Mısır'ın seçkin üniversitelerinden birine gelmiştim. Ailem başta karşı çıksa da sonradan durumu kabullenmişti. Her şey iyiye gidiyordu ve ben her adımda hayallerime biraz daha yaklaşıyordum. Yolun sonu nereye varacaktı, belirsizdi ama bir yere varmalıydı. 

Hakan Hoca ise okuldaki tek Türk Hocaydı ama muhteşem bir Arap aksanı vardı. Duyduğuma göre beş dil  biliyordu. Başarılı, tecrübeli ve son derece yakışıklı... Ah, lisede böyle hocalarım olmuştu da ben mi dersten kaytarmıştım? 

Zihnimi olumsuz düşüncelerden arındırıp soruna odaklanmak istiyordum. Ders çoktan başlamıştı ve o kendiyle aynı anda kapıdan giren, en sevdiği öğrencisi olsa bile ki bütün sınıf ona hayrandı, kimseyi derse almıyordu.

Ani bir refleksle arkamı döndüğümdeyse bana doğru koşan sert bir kütleye çarptım. Sinirle oflayıp kitaplarımı almak için yere çömeldiğimde içimden bildiğim bütün küfürleri sıralıyordum. Elim kitaplarımdan en kalın olanına giderken o da eğilmiş olacak ki  aynı anda kitaba uzandı. Temas etmemeye özen göstererek uzattığı kitabı alıp diğerlerini altına topladım. 

"Konuşmayı sevmiyorsun galiba?" dedi mükemmel denilecek düzeydeki Arap aksanıyla ama Türk olduğunu hemen anlamıştım. 

Varlığının farkındaydım ama mümkün olduğunca bu okuldan kimseye aşık olmak istemiyordum. O yüzden kalabalık ortamlar beni bunaltıyordu. Yanımda benim dışında ikinci kişi varsa bile bu rahatsızlık duyma sebebimdi. Kitaplarımı sarmalayıp ayağa kalkmak için hamle yaptığımda o da beni taklit etmiş olacak ki bu seferde kafalarımız çarpıştı ve kitaplar yeniden elimden kayıp yere düştü.

Kollarımı serbest bırakıp öylece durdum. "İyi misin?" deyip bir adım attığında bir adım geriledim. Görüş açıma, parlak beyaz babetleri girerken iyi olup olmadığımdan emin değildim. "Tamam, sorun yok." dedikten sonra  bir adım geriye atıp çömeldi. "Anladım konuşmayı sevmiyorsun." derken saçları girdi görüş açıma. Altın sarısıydı ve üstünde oldukça ince, bordo renk bir tişörtle siyah ceket
vardı. Kolları yapılıydı. Belki de benim aksime günün geri kalanını spor yaparak geçiriyor, hayattan zevk almaya bakıyordu.

Düşüncelerimin arasında sıkışıp kalırken sonunda doğruldu. Kitaplarımı  bana uzattığında ellerine baktım. Benimkinin aksine onun elleri hiç yıpranmamıştı. Parmakları kemikli ve uzundu. Alt dudağımı sertçe dişledim,  ellerimi hırkamın altına gizlemeye çalışarak uzandım. Kitaplarımı öylece alıp yanında geçip gitmeye yeltendiğimde sola doğru bir adım atıp önüme geçti.

"İsmini söyleseydin bari." Sesli bir nefes bıraktı. "Burada yenisin galiba?"

"Git, başımdan." diyebildim dişlerimin arasından.

"A, Türk müsün?" dediğinde ana diline dönüş yapmıştı.

"Evet!" dedim sert bir sesle. "Öğrendin. Mutlu oldun. Şimdi izin verirsen derse gideceğim."

"Anladığım kadarıyla birinci sınıfsın." dedi ve ekledi. "Ama dersi kaçırdın. Bence zorlama. Hakan Hoca bu. Sonra hem derse giremediğinle kalır hem de bir araba laf işitirsin." Göz ucuyla ellerini siyah kot ceketinin ceplerine daldırdığını gördüm.

"Sen nereden..."

"Ben de oraya gidiyordum." Cevapsız kalırken bana doğru yeniden bir adım atıp neşeli bir sesle "Tanışalım mı?" dedi. Gözlerimi devirdim. Sabahın köründe gelmiş sinirlerimi bozuyordu. Tam o anda yapmamam gereken bir şey yapıp başımı kaldırıp yüzümü kalın bir perde gibi örten saçlarımın arasından ona baktım.

Parlak beyaz bir teni vardı. Gülüşü dişlerini açığa çıkarmıştı ama en önemlisi deniz mavisi, oldukça berrak gözlere sahipti. Karşılaştığımız o anda yutkunamadım. Sanki yapmak istediğim ne varsa hepsi onu görmemle tuz buz olmuş ve ben karşısında çırılçıplak kalmıştım. Ruhumun çekildiğini hissederek kaşlarımı çattım. 

"Tanışmak istediğimi söylemedim."

"Adını söyleseydin bari."

"Bak, işim gücüm var. Seninle uğraşamam." Gitmek için yeni bir adım attığımda yeniden önümü kesti.

"Tamam, ismini söyleme. Ama bilmeni isterim ki buraya kolay alışamayacak ve birileriyle dertleşmek isteyeceksin. Bir süre sonra kendi dilini unutmaya başlayacaksın. Çok sıkılacaksın. Kendi kabuğuna çekilip bir köşede çürüyüp gideceksin."

"Yani?" dedim bıkkın bir sesle. Gözleri gözlerime kenetlediğinde aramızda kısa bir bakışma geçti, sonunda pes etmiş olacak ki başını sallayıp geri çekildi.

"Şey." dedi, omzunun arkasından bakıp yeniden bana döndü. "Hiç arkadaşım yok da. Belki arkadaş oluruz diye ummuştum." Omuzları düşerken bir elini gelişi güzel havada salladı. "Boş ver. Ben seni daha fazla rahatsız etmeyeyim en iyisi." Yüzündeki gülümseme parçalandığında dudakları düz bir çizgi halini aldı. "Yine de seninle tanışmak güzeldi, prenses."

Prenses mi demişti o? Bana? Ben olsa olsa pamuk prenses ve yedi cüceler masalındaki yüzü buruş buruş suratlı o cadılardan biri olurdum. Hiçbir zaman kendi hayatımın başrolü olamamıştım. Böyle başladıysa böyle gider demiş, elime hangi rol verildiyse onu oynamıştım. Benim masalım buydu. Yan rollerin kaderini yaşamak.

Asansörün yanından geçip merdivenlere yöneldiğinde hızla arkamı dönüp "Bekle!" diye bağırdım. Sarsılarak durdu. "Ben... Sanırım az önce biraz kaba davrandım." Arkası bana dönük olduğu için tepkisini ölçemiyordum ama sırt kasları gergindi. En sahici gülümsememle gülümseyip "Laçin." diye mırıldandım ve duymadığını düşünerek yüksek sesle tekrarladım. "Adım yani, Laçin. "

Karşılık vermekte gecikmeyip o da arkasını döndü. Otuz iki diş sırıttığında kalbim sanki atmayı unutmuştu.  

Çünkü hayatımda ilk kez yalan söylemiştim.




KUMLARIN MUHAFIZI (Mumya Serisi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin