KM●8 ⏳

509 277 134
                                    

Düzenlendi.

Umut, sadece son nefeste tükenir.

#Ellie Goulding : I Know You Care

Ertesi gün saat 08.50'de kütüphaneye gittim. Stephanın kütüphanesinden on kilometre uzakta, başka bir kütüphaneye...

Burası Mısır'ın en eski kütüphanelerinden biriydi. İçeride o kadar çok tarihi kitap vardı ki; bir çoğu gizli arşivlerden çıkarılmış, yeniden derlenmiş ve halka sunulmuştu. Kapıdan içeri girdiğimde masada oturan yaşlı bir adam beni selamladı. Büyük ihtimalle kütüphane görevlisiydi. Ona gidip sormalı mıydım, emin değildim ama aradığım şeyi bulmamda yardımcı olabilirdi.

Kiminizin cellâdı kiminizin cenneti olacağım ve geri döndüğümde kılıçlarınız ne kadar keskin olursa olsun hepiniz gücüm karşısında teker teker can vereceksiniz.

Belki araştırmamı derinleştirirsem onun mezarını da bulabilirdim. Bu kadar büyük bir âlime unutulmak yakışmazdı ve ben bunu başaracağıma olan inancımı asla kaybetmeyeceğim.

Görevli, yetmişli yaşlarda bir adamdı. Büyük, yuvarlak gözlükleri vardı. Gözlükleri altın sarısıydı ve iki ucunda ip sallanıyordu. Çekingen adımlarla ona doğru yürürken kütüphanenin basık havası burnuma doldu. Ardından burnum kaşınmaya başladı. Her adımım da kaşıntı artıyordu ve neyse ki yaşlı adam beni henüz fark etmemişti. Adamın masasının önünde durduğumda irileşen gözlerimle birlikte elimi ağzıma kapattım.

Hap-şu!

Yanaklarım kıpkırmızı kesilirken yaşlı adam beni fark etti ve kafasını kaldırdığında cam gibi parlayan yeşil gözleriyle, göz göze geldim.

"Şey!" dedim toparlamaya çalışarak. Yaşlı adamın kaşları çatıldı. "Ah, şu kütüphaneler... Kitaplara alerjim var da." Yutkundum ama o hala kötü kötü bakıyordu.

"O zaman yanlış yerdesin, genç bayan. Kitaplar alerji yapmaz.

"Ha?" Boğazımı temizledim. "Aslında..."

"Toza alerjiniz varsa da buraya gelen herkesin başına geliyor. Son zamanlarda insanlar böyle."

"Üzgünüm." diye yanıtladım onu.

"Kafan karışmış senin." dedi yaşlı adam. Gözlüğünü çıkarıp yavaşça bıraktı. İpler gözlüğün boynun da kalmasını sağlıyordu. Üzerindeki mavi beyaz, çizgili gömlekte oldukça kirliydi.

"Nasıl, efendim ?" dediğim de yaşlı adam bakışlarını üzerimden çekip önündeki masa üstü bilgisayarına döndü.

"Ne aradığını bilmiyorsun."

"Biliyorum." diye itiraz ettim. Buraya benim için çok özel bir kitabı almak için gelmiştim ve almadan da gitmeye niyetim yoktu. "Ben bir arkeologum. İnsanlar bilgisiz ve aptal olduğumu düşünse de araştırdığım şeylere son derece bağlıyım.

"Arkeologların hepsinin sonunda kafayı yediği söyleniyor."

"Hayır! Bu doğru değil. Ben daha önce bu kadar aşkla mesleğime sarıldığımı hatırlamıyorum."

"Hatıralara ihtiyacın yok."

"Var. Tarih demek geçmiş demek. Keşke o döneme gidebilseydim ama..."

"Ama gidemezsin." dedi, bilgisayardan başını kaldırıp arkasına yaslandı. "İnsanlar, eski çağlarda neler olduğunu bilmedikleri ve birçok gizemi çözebilmek için arkeolog ya da tarihçi olur. O dönemde yaşasaydın sabahın bu saatinde buraya gelmezdin." İç çekti. "Kütüphane sekiz de açılıyor ve içeride ikimizden başka kimse yok. Sadece sen ve ben genç bayan..." Sandalyesini geriye itip ayağa kalktı. "Bazen bu mesleği yapıp yapmama konusunda tereddütlerim oluyor. İnsanlar o kadar tuhaf ki... Gerçekte var olmayan şeylere inanıyorlar." Başıyla onu takip etmemi söyleyip yüzlerce kitabın olduğu koridora doğru yürümeye başladı. Ben de adımlarını merak ve heyecanla takip ettim.

KUMLARIN MUHAFIZI (Mumya Serisi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin