KM●3 ⏳

800 330 383
                                    


Düzenlendi.

Umut etmek iyi bir şey, Lidya. İnsanlar ölür ama iyi şeyler asla ölmez.

Sanırım kafayı yedim.

Yoksa, deliriyor muydum?

Ölen bir insanın geri dönmesi imkânsızdı.

Gördüğüm rüyalardan birinde uzun bir koridorda yürüyordum. Üstümde uzun, askılı, beyaz bir gecelik vardı. Yüzümde kan izleri. Gözlerimin beyazındaki kızıl damarlar o kadar belirgindi ki aklını yitirmiş biri gibi bakıyordum. Adımlarıma ince, metalik bir ses eşlik ediyordu. Sanki melodi koridordaki ışığı yutuyor ve içimdeki korkuyu tetikliyordu. Bir ses karanlığın içinden kulaklarıma akıyordu.

Saçım gözüm dağılmışken demirleri beyaz bir aynanın önünde durdum. Zaman kavramı olmadığı için ne kadar süre öyle durdum, bilmiyordum. Sonra o geldi. Hemen arkamdaydı ve kulağıma eğilip ismimi fısıldadı.

Lidya.

Beni kurtar, Lidya.

Defalarca görmezden gelmeyi denemiştim. Bir ölüye dokunmak, tenimde ölü nefesini hissetmek, saçlarının arasında parmaklarımı dolaştırmak ve rengini yitirmiş soluk gözlerinde bir çıkış yolu aramak... O an o kadar güzeldiki sanki kalbimde kabuk bağlayan bütün yaraları iyileştirmişti.

Bana bakıyordu.

Gözlerime bakıyor, benimle konuşuyordu. Sonra hiçbir şey demeden gidiyordu.

Gerçeği yok saydığınızda gerçek yok olmuyordu. Sadece kendinizi kandırıyordunuz.

"Kimseye anlatmayacağına söz ver. "

"Tamam dedim ya." Sandalyelerden birini çekip karşımdaki masaya oturdu.

"Durumun ciddiyetinin farkında olduğunu sanmıyorum."

"Başıma her zaman böyle şeyler gelmiyor. " diye sitem ettim. "Ah, ama doğru. Kırk yılda bir kehanetin geleceği tutuyor, piyango da bana vuruyor."

"Dalga geçme." dedi kıkırdayarak.

"Of... " Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim. "Anlat hadi dinliyorum."

"Rahibi tanıyor musun?"

"Eğer İmhotepten bahsediyorsan, evet. Bazen derste adı geçiyor."

"Hakkında ne biliyorsun?"

"Bir yerde okumuştum. Çok eski bir makaleydi, zamanını tam hatırlamıyorum." dedim. "Tıpta iki sembol olduğu yazıyordu. Öncülüğünü yapmış. Kendi halinde biriymiş başlarda ve silik bir karakteri varmış. Sonra işte saçlarını kazıtıp kendini maneviyata vermiş. Hatta devasa bir gözlem evi inşa ettirmiş. Yılan ve İmhotep. Bu ikisi burada tıpın sembolü. " İç geçirdim." Dediğin filmi izlemesem de fragmanları bin kez dönerdi tv de. Oradaki kel kafalıyı kast ediyorsan, zamanında kendisine yanıktım. "

Şen kahkahalarından birini patlattığında sert bir rüzgar esti. Tek kaşını kaldırıp oturduğu sandalyeye yaslandı. Örümceğin bir bacağı hareket etti. Dışarıda kuş ciyaklamaları duyuldu.

"Ben de severdim kendisini. Bin defa izlemişliğim var."

"Gerçekten mi?" dediğim de gözleri kısıldı. "Neden şaşırdın?"

"Çok bilge birisin. Senin gibi olmak isterdim."

"Ben de tam tersi. Babam bana burayı miras bıraktı. Ne bileyim, en azından bir üniversite okumak isterdim."

"Okuyanlardan bir farkın yok,emin ol."

"Ne fark eder? Bir ayağım çöplükte bir ayağım cennette işte. Kitap cenneti..."

"Öyle cennete can kurban azizim. Ben senin kadar kitap okusaydım, ohooo..."

"Daha küçüksün." dediğinde başımı salladım. "Aynı yaştayız."

"Olsun. Görüntün on beş diye bağırıyor." Gülme sırası şimdi bendeydi. Kahkalarımın arasından "Neyse ben gideyim artık." dedim. "Yağmur dinmedi. Hava daha fazla delirmeden..." Tek bacağımla sandalyeyi itip ayağa kalktığımda "Ona anlatmayacaksın, değil mi?" diye sordu. Sanırım şu okuldaki çocuktan bahsediyordu.

Omuzlarımı kaldırıp indirirken bir elimle sandalyenin baş kısmından destek alıyordum. "Yok ya. Yeni tanıştığım birine böyle şeyler anlatmıyorum." Dudaklarımı büzdüm. "Hem adını bile söylemedi. Öylece çekip gitti. Bir daha görüşeceğimizi sanmıyorum."

"Öyle deme." dedi. "Belli olmaz."

"Stephan biliyor musun? Ben hiç aşık olmayacağım."

Kahkası yeniden boş binada yankılandı. "Asla ve asla dememek lazım."

Kısaca, Never say never...

Asla, asla deme.

"Aşkın ne olduğunu unutmuştum." derken bastırdığım bütün duygularım yeniden açığa çıktı. "Hatırımda tutacağım. Teşekkürler, Step." Sandalyesini iterek, tıpkı benim yaptığım gibi, ayağa kalktı. "Şu kitaba senin için bir daha bakacağım. Belki şifresini çözeriz. Uğrarsın bir ara yine..."

"Bir ara?" Ellerimi belime dayadım. "Buradan çıktığım yok ki." Düşen kapüşonumu düzeltip tek bir tel saçım gözükmeyecek şekilde başıma geçirdim. "İpe asılan çamaşırlar gibi dümdüz olmak istemiyorsam bir an önce gitmeliyim." Başımla onu selamladığımda o da aynı şeyi yaptı. Arkamı döndüm ve ellerimi ısınmalarını umarak birbirine sürttüm.

Döner kapıdan geçip dışarı çıktığımda soğuk hava kütlesi tenimi ısırdı, bacaklarım karıncalandı. Öylece evin yolunu tuttum.

KUMLARIN MUHAFIZI (Mumya Serisi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin