Şehit Polis Abdullah Ümit SERCAN'ın anısına...
PASTA
-Düğün mü vardı neydi? Odanın içi o kadar kalabalıktı ki, yakın akraba uzak akraba herkes odanın bir köşesine kurulmuş bana bakıyordu. Kaç gündür hasreti ile yandığım canım, ciğerim, kuzum, oğlum da pencere tarafındaki kanepede oturuyor, misafirlerle sohbet ediyordu. Acelesi olduğu belli bir hali vardı. "Ana ben gideceğim" diyordu.
-Kaç gündür yoksun, seni benden alan o soysuzların ocağına taş düşsün. Biraz daha kal. diye ağlıyorum.
-Şöyle tam orta yerde sofra kurulmuş. Her bir eş dost evlerinde çeşit çeşit yemekler, tatlılar, çörekler falan yapıp getirmişler. Abdullah'ım, Ümit'im kınalı kuzum benim. Tepsinin ortasındaki kuru pasta hariç diğerlerine dokunmadı bile. Pastayı bayıla bayıla yedi.
-Sebepsizce ağlıyorum, gözlerimi alamıyorum yavrumdan. "Ana ben gideceğim" deyip ayaklanıveriyor.
-Kapı eşiğinde elimi öptü. Tekrar tekrar sarıldım yavruma. Öptüm yanaklarından boynundan. Süt kokardı küçüklüğünden beri. Doya doya içime çektim kokusunu.
-Merdivenlerden inerken "Ana sen tanımazsın ama yarın 25 kişi daha gelecek, onları karşıla..."
-Dedi ve gitti.Şehit annesinin yaşlı gözlerle anlattığı rüyasını dinledi taziyeye gelenlerle birlikte tam 25 kişi. Salonun orta yerinde bir acı vardı ve bu acı tamda burun kemiğimizi sızlatıyordu. Biri bir şey söyleyecek olsa sözler boğazında düğümleniyordu. Biri bir şey söylese sonunu getiremiyordu. En uç odadan bir çığlık yükselirse bu, 45 günlük bebeğin annesi, şehidin biricik eşi, evin gelini olurdu. Kapı eşiğinde bekleyen sağlık personeli çığlığın geldiği yere doğru ilerlerdi.
Mardin. Üzerinde kara bulutların dolaştığı şehir Mardin. Kalesinden sokaklarına oluk oluk kan akan şehir. Patlamaya hazır kurşunların soğuk metalleri avucumun içinde iz yapıyor görüyor musun? Asit gibi bir sıvı. Ahh Meryem, İsa gittiğinden beri gönlünün yarısını bu topraklara mı bırakmıştın? O yüzden mi gözlerinden yaş yerine kan damlıyor? Ahh Meryem bu topraklar İsa'nın hasreti ile yangın yerine dönmüştü. Ana kuzuları hep bu topraklara mı düşüyor?
***
Yakılası günün sabahında eşi gelecekti. Kucağında çocuğu ile birlikte Toroslardan kekik kokusu ve selam da getirecekti. Nöbetteydi Abdullah. Nöbet beklediği gecenin sabahında havaalanında eşi ve çocuğunu karşılayacaktı. Heyecanlıydı. Devriye arkadaşı ve Polis memuru Cumhur da Abdullahtaki bu heyecanın farkındaydı. Son günlerde yaşanan terör olaylarının ortasında görev yapıyorlardı ve korkuyorlardı. Sevdikleri için; gelecekleri için korkuyorlardı. Yine de değil onlara dokunmak, telefonda işittikleri sesler için bile her gün Allaha binbir kez şükrediyorlardı.
"O şerbeti içeceğim, hissediyorum."
Kısa bir sessizlik oldu Abdullah'ın ansızın söylediği bu son cümleden sonra. Alaycı bir bakış attı Cumhur. Göz göze gelince ölüme meydan okurcasına güldüler.
Abdullah araca binmeden son bir nefes daha çekti parmakları ucundaki sigaradan. "Bu son sigaramdı. Oğlum gelecek ona sarılırken kokmamalıyım" dedi. Aslında Abdullah'ın derin derin aldığı nefes ve gözlerindeki ışıltılı bakışlarından eşi ve oğlunu ne kadar çok özlediği de belli oluyordu.
Ağır bir hüzün çöktü Cumhur'un yüreğine. Neydi bu şimdi? İçindeki bu garip hisse dokunamadı bile. Acı bir şey gibi geldi önce. Sonra nefesi daralacak gibi oldu. Kendi tarafındaki pencereyi açtı. Olmadı sonra dönüp Abdullah'a baktı...
Midyat'ın ıssız sokakları bu saatte rutin dışı bir hareketliliği anında belli ederdi. Gündüzmüş gibi göründü ters istikametten gelen aracın içindeki korku dolu gözler. Aracın motorundan gelen boğuk sesin giderek artması bile şüphe uyandırmaya yetmişti. Vakit kaybetmeden merkeze anons geçerek şüpheli aracın peşinden gittiler.
Beş dakika sonra İlçe emniyet Müdürlüğünün koridorlarında bir anons daha yankılandı.
"Cumhuriyet meydanındayız, iki polisimiz yaralı, acil ambulans, teröristler araçla birlikte kaçtı..."
Ambulans ve Polis sirenleri birbirine karıştı...
Abdullah aracına binememiş. Sayısız kurşunlardan ikisi elmacık kemiğine isabet etmiş. Cumhur, Abdullahı aracın içine çekmeye çalışmış ancak onunda omzuna iki kurşun saplanmış. Caddenin karşısından uzun namlulu silahla ateş açmışlar. Yardıma gelenlere inat Cumhur, Abdullah'ın üzerine kapanmış, hala onu korumaya çalışıyor ve sayıklıyormuş.
"Sabah eşi ve çocuğunu karşılamaya gidecekti..."
Abdullah gitti. Çağırdılar onu. Abdullah bir ay önce tam bu odadan 2 haftalık bebeğinin süt kokan tenine öpücükler kondurarak gitti. Sıska, zayıf, kambur ve bir o kadar dermansız annesinin dizine yatar gibi, annesini sarıp sarmaladı da gitti. Söylemiş miydim işte tam bu odada sevilir gibi dövülür gibi annesi tarafından omzuna örsten bir yumrukla vuruluyormuş gibi gitti. Giderken yürüdüğü yolların tozları daha yere düşmemişti. Yıkılasıca dağların olduğu yerlere doğru, aklı bebeğinde, bebeğini kolları arasına kundaklamış eşinde bıraktı da gitti...
***
Oğluyla sabah akşam telefonla görüşen anne o akşam tüm aramalarına rağmen bir türlü görüşme yapamamıştı. Yavrusu için neler yapabileceğini tahmin bile edemeyeceğimiz bir ana yüreği ile 155'i aradı. İki saatten fazladır Abdullah Ümit'in baba ocağına ulaşmaya çalışan Emniyet Teşkilatı, olaydan habersiz anneye, oğlundan haber alır almaz kendisine haber verecekleri yalanını söylediler. Polisler, annenin Emniyeti araması ile şehit haberi için ulaşım sağlayacakları adresi belirlemişlerdi.
Şehidin Amcası ise herkes gibi akşamdan buyana televizyonda son dakika haberlerini izledi. Tüm kanallar Mardin'in Midyat ilçesinde devriye görevi yapan bir Polis aracına uzun namlulu silahla ateş açıldığını ve aracın içinde bulunan 1 Polisin Şehit, diğerinin de ağır yaralı olduğunu söylüyordu. Şehidin ismi belliydi. Abdullah Ümit diyorlardı. Ancak bir türlü Baba ocağına ulaşılamadığı için soy ismini söyleyemiyorlardı. Abdullah Ümit'in Mardin Midyat ilçesinde Polis memuru olan yeğeni olduğuna kanaat getiren Amca, evinden sessizce çıkıp Emniyet Müdürlüğüne gitti.
Emniyet Müdürlüğünde kendini tanıtan Amcaya görevde bulunan polis memurlarınca başsağlığı dilendi. Amca yeterince dirayetli gözüküyordu. Sahi kimin aklına gelirdi ki lanet PKK Terör Örgütünün canına kıydığı şehitlerden birisinin de kendi ailesinden birisi olacağını. Oysa ateş hep düştüğü yeri yakıyordu, bizler sadece geçmişten bir hikayeymiş gibi izliyor, dinliyorduk.
Amcanın anlattıklarına göre eşi ve çocuğu şuan otobüsle Ankaraya oradan uçakla Mardine gidiyorlardı. Şehidin Babası Konyada bir hasta ziyaretine gitmişti. Evde sadece annesi vardı.
Uyku ile uyanıklık arasında bekleyişteydi şehit annesi. Bir beyaz hayaletin upuzun çarşafı girdi içeriye. Sonra biri diğerinden kısa iki kişi oldular. Geçtikleri yerlerde gülüşmeler bıraktılar. Çok hızlı hareket ediyorlardı durmadılar. . Başka bir zamana geçti. Önce ağlamaklı oldu, korkmadı şehit annesi. Sonra Kapıya koştu ama onları yakalayamadı. Sadece kulaklarında az önceki uğultular kalmıştı...
Midyat'ın sahipsiz sokakları bu gece insanlarla dolup taştı. Caddenin tam orta yerinde bir kan gölü vardı. Mavi kırmızı ışıklar arasında sanki yerin altından kan fışkırıyordu. Türkçe-Kürtçe ağıtlar yakıldı. İnsanlar ağlıyor, insanlar sessiz, suçlu, yorgun; Emanete sahip çıkamayan sokakların pişmanlıklarıyla doluydu.
Sokaklar kan gölüne dönmüş
Yiğitlerim bir bir yatıyor,
Soran olursa söyleyin
Ciğerim yüreğim kanıyor.
Halk toplanmış
düğün mü bayram mı ediyor?
Gitme yiğidim gitme.
Yavrun- anan evde seni bekliyor.***
Bir insan ne kadar değişebilir, ya da yaşadıkları, kazanıp kaybettikleri, acı ve sevinçleri bundan sonra nasıl şekillenir? Bir çocuk düşünün, sizin çocuğunuz! Sizi hiç tanımayacak. Bir eş düşünün sizin eşiniz, hatıralarınızı hiç unutmayacak. Yaşanacaksa hayat ikisinin arasında yaşanacak. Tatlıları acı eden Ölüm, hasret ve özlemle yoğrulup bazen evimize gelen 25 kişilik misafirin ellerinde Şehit Annesine sunulan pasta olarak kendini hissettirecek.
(Şehit kendini hayatta bilir...)
Şehit Polis Abdullah Ümit SERCAN'ın anısına...
(AS)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRINTI
Короткий рассказYan masada oturanlardan birisi "nedendir bilinmez bu şehrin balıkları çok büyük oluyormuş" dedi. kendimce gülümsedim. son bir yudum daha içtim soğumuş çay bardağindan. Boş gözlerle etrafi seyrettim. Taş köprünün soğuk demirlerinde bir kız gördüm. Tu...