"Sonunda gelebildin." Bisikletimi her zamanki ağacın önüne geldiğimde firene basarak durdurdum. Sırtını ağaca yaslamış Deniz, beni gördüğünde dudaklarından bu kelimeleri dökmüş ve denizini bana dikmişti.
"B-beni mi bekledin?" İstemsizce titredi sesim. Bu düşünce yüzümde istemsiz bir tebessüme yol açtığında onun da çok hafif bir şekilde gülümsediğini görmüştüm. Ama biraz kısa sürmüştü.
"Hadi gel." diyerek soruma cevap vermedi ve ilerlemeye başladı. Hemen bisikletten inip onu takip etmeye başladım ben de. Ders başlayalı çok olmuştu ve ben dün biraz geç uyuduğumdan dolayı kalkamamıştım. Ama o beni beklemişti. Beni.
Düşüncelerim adımlarımı yavaş atmama neden olduğunda aramızdaki boşluğun açıldığını farkettim. Hızlı adımlarla ona yetiştim ve okuldan içeri girdik. Nereye gittiğimizi bilmeden onu takip etmeye devam ettim. Yürürken hiç konuşmadık. Ama ona bu kadar yakın olmak ciğerlerimdeki çiçeklere yenilerini ekliyordu. Alışık değildim, doğru. Ona bu kadar yakın olmaya hiç alışık değildim. Ama hiçbir şekilde alışık olmama rağmen en büyük alışkanlığım buymuş gibi hissediyordum. Ona yakın olmak.
Kantine girdiğimizde bir şeyler almak için ilerlemeye devam etti. "Kahvaltı yapalım."
"B-beraber mi?" Ne zaman birinci çoğul şahsı kullansa şaşıracaktım sanırım.
"Beraber." Beraber.
Yüzümdeki hayalet gülümsemenin iyice belirginleştiğini hissedebiliyordum. İki simit ve iki ayran aldı kantinden. Bomboş kantinde herhangi bir masaya oturduk. Ayranını çalkalamaya başladı.
"Teşekkür ederim," dedim benim için aldığı simit ve ayrana bakarak. Günler önce bana Deniz'le kahvaltı yapacağımı söyleseler onlara kırık bir kızla dalga geçmemelerini söyler ve oradan uzaklaşırdım ama şimdi... "Ye," diyerek simiti önüme koydu. Küçük bir parça kopararak ağzıma attım ve çiğnemeye başladım.
Ayranına pipet batırmadı. Üzerindeki kağıdı çok az bir şekilde sıyırdı ve bir yudum aldı. Belki de bir alışkanlığıydı. Onun gibi yaparak ayranıma pipet batırmadım ve kağıdını çok az bir şekilde sıyırarak bir yudum aldım.
Kantin sessizken daha güzeldi. Ya da Deniz'le beraberken daha güzeldi. Bana hayatımın en güzel ve en özel anlarını yaşatıyordu. Bana ölürken gözlerimin önünden anılarım geçerken gülümseyebileceğim hatıralar hediye ediyordu. Ona minnetardım. "Deniz?"
"Hım?"
"Teşekkür ederim."
"Etmiştin zaten." Gülümsedim. Belki de uçurumda olduğumuz ve kelimelerimin ona karşı cesur olabildiği başka bir anda ona teşekkürümün sebebini söyleyebilirdim. O uçurum bizim sığınağımızdı çünkü. O uçurum bizimdi. O uçurum bizdik.
Onu izlerken yaptığım en güzel kahvaltı henüz bitmemişti ki zil çaldı. Etraf kalabalıklaşmaya başladı. İlk teneffüs olduğu için herkes kahvaltı yapmaya gelmiş olmalıydı. Masaya oturanlar gözlerini mutlaka bir kere bize değdiriyordu. Belki de şaşırıyorlardı. Geçen sefer gözlerimi Deniz'in üzerinden çekemediğim için her şey bulanık geliyordu. Acaba o zamanda mı böyle bakmışlardı? Rahatsız ediciydi.
Yarısına geldiğim simiti elimden bıraktım ve ayrandan bir yudum aldım. Gözlerimi rahatsız olduğum bakışlardan çekerek ona çevirdim. Çoktan bitirmişti. "Doydum," dedim. Ona bakar bakmaz her şey bulanıklaşmıştı yine.
Bir şey demesini bekliyordum ki gözleri arkamdaki bir noktaya takıldı. Yutkundu ve yavaşça gözleri kısıldı. Dalgaların arttığını hissettim. Yavaşça arkamı döndüm ve baktığı noktaya baktım ben de. Ece. Gülüyordu. Bize doğru yaklaştı ve bizim oturduğumuz masanın yanından Çağın'la birlikte el ele geçtiler. Ama Ece Deniz'i görmedi bile.
Gözlerimi Ece'den çekip Deniz'e çevirdim. Elini dalgalı saçlarından geçirdi. Sadece sinirlenince yaptığı bu hareketle suyuna gömüldüm. Yuttuğum su çiçeklerimi sulamadı bu sefer. Yaktı yine eskisi gibi, boğdu.
Bir şey diyemedim. Derin bir nefes aldı. Daha çok çekildim ona, farketmedi. Gözlerini bana çevirdi. Saklamaya çalıştı her zamanki ifadesizlik maskesiyle. Hiçbir şeyi belli etmek istemezdi. Bilmiyordu ki, ben onun denizinin içindeydim. Dalgaları artsa ilk ben hissederdim.
Ayağa kalktığında ne yapacağımı bilemedim. Hiçbir şekilde bana bakmadan ilerlemeye başladı ve ben kalkıp sabahki gibi onu takip etmek için yeteri kadar cesareti toplayamadım. Gidişini izledim yine. Attığı her adım gözyaşı oldu bende. Akıtmak istemedim. Gittiği her adım içimde kalsın istedim.
Kantinin kapısından çıkacaktı ki durdu. Bir gözyaşı yanağıma düştü. Yavaşça arkasını döndüğünde gözgöze geldik. Aramızdan geçen insanlar, onu bile bulanık görmem acıyı hissetmemem için engel değildi. Bana doğru gelmeye başladı hızlıca. Kalbim, bana doğru geldiği her adımda içimde deprem etkisi yaratırken masaya geldi. Oturmadan konuştu.
"Niye gelmiyorsun?" Gözleri yanağıma düşen gözyaşlarına takıldığında hemen sildim. Bir çocuğun elinden şekeri yere düşmüş de birisi ona başka bir şeker vermiş gibi. O çocuk gibi hissediyordum.
Sandalyeden kalktım ve ona yaklaşarak tam yanında durdum. "Ben gidiyorsam sen de benimle git." Ne güzel saklıyordu ama hislerini. Keşke onun gibi saklayabilmeyi bilseydim. Saklayamazdım da bir de ona saklanırdım.
Başımla onayladım. Eğer gidiyorsa onunla gidecektim. Eliyle hafiften elimi tuttu. Heyecan, içimde her şeyi alt üst ederken elime kendi kazağının ucunu sıkıştırdı ve elini çekti. "Güzel," dedi. "Şimdi gidiyoruz..."
Bana son bir bakış atıp ilerlemeye başladığında sıkı sıkı tuttuğum kazağıyla birlikte ben de yanında ilerlemeye başladım. Elimi tutmak istemiyordu, anlamıştım. Ama bırakmak da istemiyor gibiydi. Bu yüzden böyle yapmıştı.
Gidiyoruz, demişti. Kullandığı birinci şahısla afalladım yine istemsizce. Dudaklarım benden habersiz aralandı.
"Beraber mi?" diye sordum.
"Beraber." diye cevapladı.
●
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Denizin Külleri
Truyện NgắnDönersin diye arkasından su yerine gözyaşı döktüğüm deniz... sana böyle güzel gitmeyi babam mı öğretti?