2.1

1K 115 6
                                    

Omzumdaki çantanın düşen askısını düzelttim ve bisikletime doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Malum, yetişmem gereken bir psikolog randevusu vardı. Bisikletimi her zaman park ettiğim ağacın altına geldim ve  ayaklığını kaldırdım. Çıkış zili çaldığı için okuldan dışarı çıkan bir sürü insan vardı. Ben de her çıkışta bu kalabalıkta Deniz'i görmeye çalışırdım. Çoğu zaman göremezdim ama olsun. Görmemin ihtimali bile yeterdi hep.

Okul kapısından çıkan tanıdık yüzü gördüğümde kalbim yine yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Onu kaçıncı defa gördüğüm önemli değildi. Ne zaman görsem sanki ona aşık olduğum ilk anı yaşardım içimde. Ya da ona ne kadar uzun süre baktığım da önemli değildi. Her saniyesinde kalbimden düşen ilk külün acısını hissederdim zihnimde.

Kolunun biri Ece'nin omzundaydı. Birkaç adım attıktan sonra ikisi de güldü ve Deniz Ece'yi kendine yaklaştırarak alnından öptü. İçimden bir şeylerin koparak dalgaların arasına gömüldüğünü hissettim. Kolunu Ece'nin omzundan çekti ve ellerini birbirine kenetledi sıkıca. Onları ne zaman el ele görsem avuçlarım sızlardı.

Deniz bir anlığına kafasını bana doğru çevirdi ve gözleri, gözlerime değdi. Mavilerini öyle bir duygu kapladı ki daha önce boğulmayı hiç bu kadar derin hissetmemiştim. Az önce Ece'ye bakarken parıl parıl parlayan gözleri bana değdiğinde öyle bir nefrete büründü ki... o yoğunlukta nefes aldığımda içime giden tek şey Deniz'in bana karşı hissettiği nefret oldu. Kör olmak istedim... onun bana kör olduğu gibi.

Birkaç saniye sonra gözlerini çekti benden ve Ece'yle birlikte okuldan çıktılar. Sızlayan avuçlarımı direksiyona sararak bindim bisiklete. Sızlayan kalbimi hissetmemek için hızlı hızlı çevirdim pedalları. Onun nefretini hakedecek hiçbir şey yapmamıştım. Bana öyle bakması... denizinde iyice dibe çekilmek... bunları haketmemiştim.

Bilinçsizce sürüyordum bisikleti. Nereye gidiyordum, bilmiyorum. Ama o kadar hızlı sürüyordum ki nefessiz kalmak istiyordum. Nefes aldığımda onun nefreti doluyordu içime çünkü. Uzun bir süre sonra bacaklarım artık beyaz bayrak göstermeye başladı. Yavaşlayarak durdum ve bisikletten indim. Aldığım sık nefeslerle birlikte elimi kalbimin üzerine koydum ve kalbimin hızlı atışlarını hissettim. Bisikletimin yere yığılmasına izin vermiştim.

Sonunda nefesim düzene girdiğinde nerede olduğuma göz gezdirdim. Bir uçurumun kenarı ve uçurumun dibinden gelen dalgaların kıyıya vurmalarının sesi. Burayı biliyordum. Burası benim onbeş yaşındayken keşfettiğim bir yerdi. Kendimi kötü hissettiğim zamanlar istemsizce buraya gelirdim. Bir de onu özlediğim zamanlar.

Minik adımlarla uçurumun kıyısına yaklaştım. Onu özlediğim zamanlar buraya gelirdim çünkü burası bana onu hatırlatıyordu. Bizi hatırlatıyordu.

Bir uçurum ve uçurumun dibindeki deniz. Denizin diğer ucu buradan gözükmüyordu. Ve çok da uzaklara bakmadan denize baktığınızda büyük bir kaya parçasının denizin bütünlüğünü bozduğunu görebilirdiniz. O kaya parçası bendim. Uçsuz ve dalgalı deniz ise Deniz. Deniz çok güzel ve kusursuz gözüküyordu. Ama o kaya parçası denizin kusursuzluğunu bozuyordu. Yani kaya parçası bir kusurdu... tıpkı benim gibi.  Bu uçurum ise benim onun denizine atlamamı  temsil ediyordu.

İşte bu yüzden bize benzetirdim burayı. Derin bir nefes alarak yere oturdum ve hala sırtımda olan çantadan telefonumu çıkarttım. Gözlerimin dolmasını engellemeye çalışmıyordum artık. Yapamıyordum çünkü. Kelimelerin içimi çürütmesin diye yazacaktım ona. Whatsapptan engellediği için normalden yazmaya başladım.

0554 *** ** **: Bana öyle bakma.

0554 *** ** **: Bana nefretle bakma Deniz lütfen...

0554 *** ** **: Nefretini hakedecek bir şey yapmadım...

0554 *** ** **: Hiç bakmamana bile razıyım...

0554 *** ** **: Yeter ki kalbimi daha fazla kül etme.



Ölü Denizin KülleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin