30 Ekim 1942

28 2 0
                                    

Günlüğüm neredeyse bir aydır sıkıcı bir hal aldı. Çünkü ilginç ya da heyecan verici şeyler olmuyor. Her gün aynı tip küçük çatışmalar yaşanıyor. Ancak bugün oldukça uzun bir günlük yazacağım. Bir aydır yazdığım o kısa sayfaların öcünü alacağım.

Bir ay içerisinde Kosnikov'u kaybettim. Kolinsky ise hala hayatta. Artık tertipli birlik veya manga diye bir şey kalmadı. Bulduğumuz yurttaşlarla beraber savaşa giriyoruz. O lanet adamları şehrimizden, topraklarımızdan atmaya çalışıyoruz. 

Bugün güne yemek dağıtım yerinde başladım. Sıcak bir çorba içerek karnımı doyurdum. Oradaki diğer yurttaşlarla beraber -tam tamına 29 kişiydik- yola çıktık. Arkamızda da iki tane T-34 vardı. Hedefimiz yemek dağıtım yerinin iki sokak ötesindeki posta ofisiydi. Yemek dağıtım yerleri ordumuz için önemliydi ve onları sonuna dek korumamız gerekiyordu. Düşmanla arasında sadece iki sokak bulunan bir yemek dağıtım yeri pek de güvenli sayılmazdı.

Saat 11'i biraz geçe yurttaşlarımla beraber posta ofisinin karşısındaki binada yerimizi almıştık. T-34'ler binanın arkasındaydı. Almanlar onları göremezdi. En yüksek rütbelimiz Onbaşı Guliyev bize basit ve etkili -biraz da gülünç- planını açıkladı.

"Olay basit yurttaşlar! Oraya giriyoruz ve orayı alıyoruz. Bol şans!"

Ardından balık istifi doluştuğumuz tek katlı binadan çıktık. Eğilerek posta ofisinin kapısına geldik. Penceredeki nöbetçi bizi görmemişti ya da görmemiş numarası yapıyordu.

Posta ofisi oldukça genişti ve iki katlıydı. Büyüklüğüyle orantılayacak olursak içeride bayağı bir asker olmalıydı. Guliyev bana emir verdi:

"Alexei! Şu lanet kapıyı tepikle de içeri girip biraz faşist avlayalım."

Gerilerek kapıya tekme attım. Kapı yere düştü. Onu çiğneyerek tedbirli bir biçimde içeriye girdik.

Girişte, karşıda kocaman bir masa vardı. Büyük ihtimalle savaştan önce danışma ya da resepsiyon olarak kullanılıyordu. Resepsiyon masasının sağından ve solundan posta kutuları başlıyor, tüm binanın duvarını dolaşıyor, bizim olduğumuz yerde son buluyordu. Yani alt katın duvarlarına posta kutuları monte edilmişti. Onun dışında koca kat bomboştu.

Üst kata dönerek çıkan bir merdiven vardı. Resepsiyon masasının ardındaydı. Guliyev üst kata çıkmamızı söyleyince hep beraber masaya yöneldik. En öndeki yurttaşlar masadan atladı ama bu son hareketleri oldu. Faşistler resepsiyon masasının altına çömelmiş ve orada pusu kurmuştu. İki kişi, biz olup biteni anlayana kadar on yurttaşımızın canına okumuştu. İkisini de mermi manyağı edecektik ki birkaç el ateş ettikten sonra Guliyev bağırdı:

"Durun!"

Merakla ona dönüp baktık. Cebinden çakısını çıkardı, bize doğru geldi.

"Midesine güvenmeyenler bakmasın." dedi. Hiçbirimiz arkamızı dönmedik. İzlemeye devam ettik. Alman askerleri acı içinde kıvranıyordu ve aynı zamanda gözlerindeki korkuyu rahatça görebiliyordunuz.

Guliyev çakısını bir tanesinin tam alnına saplayıp çekti. Her yere kan fışkırmaya başladı. Adam çığlıklar atarak yere yığıldı. Aynı şeyi diğer adama da yaptı. O da acı feryatlar içinde yere yığıldı.

İşte bu! Gerçek savaşa hoş geldin. Savaş siperlere saklanıp birbirine ateş etmek değil. Tankın içine girip savunmasız askerleri vurmak değil. Ya da önüne haritayı açıp emrindeki askerlere emirler yağdırmak değil. Savaş bu: Kin, nefret ve kan!

Evet! O anda da Guliyev'in gözlerinden kin ve nefret fışkırıyordu. Kendi kendine mırıldandı.

"Anne! Baba! Sizin için. Eminim göklerden beni izliyorsunuz. Belki gurur duyuyorsunuz, belki kızıyorsunuz ama bu sizin için!"

İntikamın ÇağrısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin