«bu senin yıkılışın değil, yeniden doğuşun»

2.7K 305 91
                                    


Doğum günümdeki bayılma faciamdan sonra Jongin benimle resmen günlerce dalga geçmişti. O gece piyanoyu görüp şak diye bayılmamla beraber ertesi sabaha kadar kendime gelmemiştim ve benim partimi onlar kendi aralarında yapmışlardı. Hayattaki şansım buydu işte. Sen o kadar hediyeyi al, sonra düş bayıl ve partin sensiz geçsin. Tek tesellim bana o güzel meyveli pastadan devasa bir dilim ayırmaları olmuştu ve pastayı resmen avuçlayarak yemiştim.

Hediyelerinin her birini özenle odama yerleştirmiştim, Minseok'un yaptığı tablo tam yatağımın karşısında duvara asılıydı. Sehun'un aldığı o imzalı kartı, Jongin'in aldığı piyanonun kenarına yerleştirmiştim. Kyungsoo'nun hazırladığı albümler ise kitaplığımın en güzel köşesinde duruyorlardı. Başka pek de arkadaşım yoktu zaten, yani vardı ama ben o kazadan sonra her biriyle ilişkimi kesmiş sayılabilirdim. Aynı evde yaşadığım arkadaşlarım dışında kimseyi görmüyordum.

Bazen Jongdae bize geliyordu Minseok ile resim projelerini yapmak için, arada onunla görüşüyordum bu sayede. Onun dışında... Liseden kalan arkadaşlarım arasında bana ara sıra mesaj atan iki üç kişi vardı, Seulgi, Heechul ve Yesung. Kalanı beni unutmuştu...

Ellerime sardığım sıcak bantları çözüp kenara bıraktım, yatağıma oturdum ve bağdaş kurdum. Ellerimi avuç içleri örtüye denk gelecek şekilde yatağa koydum ve derin bir nefes aldım. Parmaklarım üzerinde hakimiyetimi tam olarak sağlayabilmek için her gün bunu yapmak zorundaydım.

Önce baş parmaklarımı hareket ettirdim, birkaç kere bunu tekrarladıktan sonra serçe parmaklarımı kaldırdım. Bazen işaret parmağımı hareket ettirmek isterken sadece baş parmağım hareket ediyordu, ellerimin üzerindeki kontrolüm çok sıkıntılıydı. Bu sanırım asla düzelmeyecekti.

Bir süre sonra parmaklarımı koordineli hareket ettirmeye çalıştım, tahmin ettiğim gibi tamamen isteğim dışında parmaklarım hareket etmişti. Bir daha asla ritimlere uygun hareket ettiremeyeceğimi kabullenmiştim ama bir yanım hala aksine inanmak istiyordu.

Dudaklarımı ıslattım ve kısa süreli bir düşünmenin ardından, dudaklarımdan bir melodi dökülmeye başladı. Ellerimle o melodiye uygun yavaş bir ritim tutturdum, belki dedim, belki bu sefer başarabilirim.

Ama başaramadım.

Gözlerime dizilen yaşlar yanaklarımdan aşağı süzülmeye başladı, çeneme doğru sıcak bir yol izledi ve orada bir süre oyalandıktan sonra tek tek parmaklarıma damlamaya başladı. Gözyaşlarımın damlayışıyla eş zamanlı olarak dudaklarımdan kaçan ufak hıçkırıklar, hala mırıldanmaya devam ettiğim o zavallı melodiyi sarsıyordu.

Sefilin tekiydim. Tam anlamıyla sefilin tekiydim bu halimle. Daha parmaklarımı bile hareket ettiremezken benim neyimeydi piyano çalabileceğimi düşünmek?

Ellerimi yumruk yapıp gözlerimi ayırdım, sanki onlardan utanç duyuyormuş gibi tişörtümü çekerek gizledim. Ama asıl utandığım şey ellerim değil, kendi benliğimdi.

Ayaklarımı yataktan sallandırıp kalktım ve piyanonun karşısına geçip gözlerimi üzerine diktim.

Düşüncelerim çok karışıktı, bazen bana ait değillermiş gibi onları hiçbir şekilde kontrol edemiyordum. O kazadan sonra düşüncelerim tamamen şaşmıştı, inandığım şeyler değerlerlerini yitirip boşluğa düşmüş, tutunacakları hiçbir dal kalmamıştı ve inandıklarım olmadan ben bir hiçten farksızdım. Ve ben hayallerime inanırdım. Hedeflerime inanırdım. Kendime inanırdım.

Kendi yıkılışıma sadece seyirci kalabilirken, parmaklarımın arasından kayıp giden hayallerimin ardından sadece sessiz gözyaşları dökebilmiştim.

snowflake | chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin