-6-

18 1 0
                                    

  Haziranın ilk günleriydi. Hastanenin bahçesi beyaz laleler, begonyalar ve çuhaçiçekleriyle rengârenkti. İlkbaharın yerini yaza bırakması Ankara'da biraz daha geç sürüyordu. Haziranda ilkbaharın gösterişli endamı tüm Ankara'nın çehresini değiştiriyordu. Mayıstan kalma bir gündü. Gökyüzünde hüzünlü bulutlar insanı karamsar kılıyordu. Ama benim en sevdiğim havaydı bu havalar.
  Hastanenin bahçe kapısından çıkıp Kıbrıs Caddesi'ndeki evimizin yolunu tuttum. Henüz sonbahar gelmediği için yerde yabani kestaneler ve çam kozalakları yoktu. Bu kez masanın üzerindeki serotonin ilacının yanına yeni bir şeyler koyamayacaktım. Anlaşılan o ki geçen sonbahardan kalma yabani kestane ve iki kuru çam kozalağı ile yetinecektim.
  Köşedeki pizzacıdan pizza aldım. Ayağım bir ara alkol satan dükkâna yöneldi. Ama sonra vazgeçtim. İki gündür ilacımı kullanmıyorum. Bugün içmemeliyim. Yemeğimi yiyip ilacımı kullandıktan sonra televizyonun karşısında uzanmak gibi kısa vadeli bir hayal kurdum bir an. Sonra aklıma Kemal geldi. Dershaneye geldiyse Betül nereye gittiğimi söylemiştir. Ve merak edip arar. Ama eğer gelmediyse!
  Gelmediyse niye gelmedi acaba! O zaman ben aramalıyım.
  "Kemal?"
  "Efendim Deva?"
  "Nerdesin, bugün göremedim seni?"
  "Abi kalktım saat ondu. Ben de zaten geç kaldım diye gelmedim. Hoca sordu mu beni?"
  "Yok. Yani bilmiyorum."
  "Nasıl bilmiyorsun? Gitmedin mi sen?"
  "Abi sarmadı, ilacımı yazdırdım eve geçiyorum şimdi."
  "Hı hı... Kullan abi. İyi değilsin sen."
  "Kullanacağım. Bugün çıkmayı düşünmüyorum. Yorgunum biraz."
  "Sorun yok değil mi kardeş?"
  "Yok abi, bitkinim biraz, evde takılacağım."
  "İçme oğlum bugün, ilacını kullan!"
  "Öyle yapacağım."
  "Bir şey olursa ara, sıkılırsan da. Biz Betül'le çıkarız yine."
  "Tamam abi görüşürüz."
  Eve gelene kadar daha fazla yorulduğumu hissettim. Yemeğimi yiyip ilacımı içtikten sonra yatmalıyım. İlkönce karta yüklettiğim gaz ve suyu kapının önündeki cihazlara okuttum. Gaz 100.00, Su 52.60... İyi ki yüklemişim yoksa bugün daha kötü bir gün olabilirdi benim için.
  Mutfağa girdiğimde tezgâhın üzerindeki bulaşıkları görünce sanki kalabalık ve gürültülü ve bir o kadar da havasız bir mekâna girmiş gibi hissettim kendimi. Kapıyı kapatıp çıktım. Sinirlerim gerildi.
  Salonda Pizzamı yiyip ilacımı yuttum. Sonra üzerimdeki elbiseyi değiştirmeden odamdaki yatağa uzandım. Kendimi çok kötü hissediyorum.
  Üzerime çay dökülmüş ve ben sıcak olmasına rağmen bacağımdaki yanığı hissetmiyormuşum gibi geldi.
  Kötü şeyleri yeniden hatırlıyordum sürekli. Ya da bir türlü unutamıyordum. Bacağıma sıcak bir şeyler dökülüyordu her an ama ben bunu hissetmeme rağmen hareketsiz kalıyordum.
  Bundan üç yıl önce, on beş yaşındayken yine bu evin salonunda herkes konuşurken onların söylediklerini duyuyor ama anlamıyordum. Üşüyordum. Oysa evimiz her zaman olduğu gibi o gün de çok sıcaktı. Ama ben çok üşüyordum. Kalbim adeta bir serçe yavrusu gibi söylenen her cümleden ürküyor ve kanatlarını çırpıyordu. Üşüyor ve bilmediğim bir şeyden korkuyordum. Birisi gelip bana çay ikram etti. Muhtemelen amcamın eşiydi. Çayı aldım ve teşekkür ettim. Aradan uzun bir zaman geçmişti.
  O an güzel hayaller kurdum.
  Annem ve babam elimden tutup beni Gençlik Parkı'nda bir kafeye götürüyordu. Daha önce hiç görmediğim üzeri sarmaşıklarla dolanmış şirin mi şirin bir mekândı burası. Babam eliyle çenemi okşadı.
  "Ne istersen oğlum? Gazoz mu yoksa dondurma mı?"
  "Dondurma yerim."
  "Çilekli de olsun mu peki?"
  "Olsun."
  Annem bizim sonbetimizi ışıldayan gözleriyle izliyor, arada bir "Kurban olsun annesi oğluna"diyordu.
  Sonra babamın gözlerine bakarak"Aynı sana benziyor. Ağzı, burnu, gözleri... Senin gibi yakışıklı benim Deva'm" dedi. Babam o an utanır gibi bir yüz ifadesi ile tebessüm etti anneme.
  Siparişler geldi. Garson masanın benim oturduğum tarafında ağzına kadar rengârenk dondurma dolu, üzeri çikolatalı kâseyi bıraktı.
  "Al bakalım yakışıklı! Afiyet olsun."
  "Teşekkür ederim."
  Sonra karşımda oturan babamın önüne çayını koydu.
  "Buyurun."
  "Teşekkürler."
  Sıra yanımda oturan anneme gelmişti. Garson tepsideki çay bardağını kaldırırken adeta yavaş çekim bir film başlıyordu. Çay bardağını sağ eliyle kavradı. Yukarı doğru kaldırdı. Elini sağa çevirip hareket ettirmeye başladı. Kulağımda korku filmlerinin jenerik müziğine benzer gürültüler çınlıyordu. Uzak bir yerden bağrışan insan seslerini duyuyordum.
  Garson bardağı masaya, annemin tarafına doğru indirirken bardak ters döndü...
  O an suratıma bir tokat yedim.
  "Deva!"
  "İyi misin?"
  Sonra bir tokat daha.
  "Aman Allahım!"
  "Deva kendine gel ."
  "Yardım edin, bir şey oluyor Deva'ya !"
    Dişlerim birbirine sıkı sıkıya yapışmış, vücudunmu ise bir üşüme almıştı. Sadece insanların bağışlarını duyuyor ve yüzlerini, hareketlerini görüyordum. Bedenim oturduğumuz evin salonunun ortasına ev halkı tarafından uzatılmış sırtüstü yatıyor, ruhum ise babam ve annemle birlikte Gençlik Parkı'nda dondurma yediğimiz kafede, üzerine çay dökülen bedenimin içinde şaşkınlıkla çayı döken sakar garsonu seyrediyordy.
   "Soğuk su getirin!"
   "Ambulans çağırın!"
  Birisi pantolonumu sıyırdı ve sağ dizimin üstüne su dökmeye başladı. Bir el çenemden tutup ağzımı açmak için çaba harcıyordu...
   "Dişleri kilitlendi!"
   "Deva ne olur sakin ol! Deva kurban olayım oğlum aç şu ağzını!"
   Sonra beyaz kıyafetli üç kişi beni sedyeye koyup ambulansa bindirdi. Çok üşüyordum.
    "Ateşi çok yüksek!"
    "Bacağı çok kötü yanmış!"
    "Ama çay dökülünce ses çıkarmadı!"
    "O daha fena o zman."
   Babam annemden ayrılmak istiyordu. İki yıldır aralarındaki geçimsizliği ruhuma ince ince işleyerek bana hayatımın en güzel yıllarını zehir etmeyi başarmışlardı. Aralarının düzelmesi için elimden gelen çabayı göstermiştim. Ama artık yorulmuştum.
   Bir süredir annemle birlikte teyzemin evinde kalıyor ve ikisinin her gece ağlayışları eşliğinde babama ettiği bedduaları dinliyordum. Evdeki en dip oda biraz soğuktu ama salona uzak olması nedeniyle daha az gürültü duyuyordum. Ama vakit geceyi bulduğunda ses yine beynime darbe vura kulağımda çınlıyordu.
    "Allahım ne olur barişsınlar, iyi bir insan olacağım."
    "Allahım bir daha okulu asmayacağım, ne olur barişsınlar."
    "Allahım kimseye kötü davranmayacagim, yalvarıyorum onların arasını düzelt."
   Bir an önce odama dönüp bilgisayarıma kavuşmayı ve 2.Lig'de olan Ankaragücü'nü 1.Lig'e çıkarıp Türkiye'nin en başarılı menajeri olmayı hayal ediyordum. Championship Manager oyununu çok seviyordum ve sabahlara kadar oynuyor, annem gelip bilgisayarın fişini çekmekle tehdit etmese yatıp uyumuyordum bile.
    Sabahın sekizi gibi teyzemin kapısı çalındı. Gelen amcamdı.
     "Günaydın!"
     "Günaydın Yusuf, hoş geldin. Hayrola bu saatte?"
      "Yenge merak etme hatırını sormaya geldim."
      "Bu saatte mi?"
      "Hele otur bir, diyeceklerim var."
      "Çay içer misin? Kahvaltı ettin mi? Dur ben sana bir şeyler hazırlayım, köy yumurtası var dolara."
       "Yenge otur lütfen, gerek yok. Sakin ol."
       "Seni dinliyorum."
     Salona bakan koridordan amcamı dinliyordum.
       "Biz Saadet ile konuştuk. Rızagiller de gelecekler."
      "Neyi konuştunuz? Nereye geliyor Rızagiller?"
      "Yenge artık bu işe bir çözüm bulmalıyız, aylardan beri siz de perişan oldunuz biz de perişan olduk."
      "Onu bana değil abim olacak adama söyle!"
      "Yenge onunla da konuştuk. Bu akşam son kes oturtup konuşalım."
      "Konuşulacak ne kaldı Yusuf? Adamın niyeti belli, boşanmak istiyor."
       "Yenge Deva var ortada, benim de Saadet'in de gönül razı değil, hiç kimsenin gönül razı değil boşanmanıza."
       "Kurban olsun Deva'ya, adam olup babalık bile yapamadı!"
       " Yenge akşam Deva da gelsin,belki ortalığı yumuşatır."
      Akşam evimizde toplandık. Yusuf ve Rıza amcam, Saadet ve Nergiz yengemle birlikte annem ve ben babamın bugün işte neler yaşadığını dinliyorduk.
       Saadet yengem, " Abi bizim buraya neden geldiğimizi biliyorsundur herhalde?"dedi.
    "Evet ben biliyorum ama sor bakalım yengen de biliyor muymuş?"
      Annemin anlamsız bakan gözleri bir anda öfkeyle doldu...
    "Bakın gördünüz mü yine başladı! Bununla bir şey konušulmaz!"
    "Yok ya! Esas seninle konuşulmaz! Gören de melek zannedecek seni!"
   Yusuf amcam, "Abi, yenge lütfen!"
diye söze girip daha başlamadan gerilen sohbeti yarıştırdı.
    Heyecan ve endişeyle salonda bulunan herkesin yüzlerini, mimiklerini, el ve kol hareketlerini süzüyor, sohbetin sonunda sevinçle odama gidip bilgisayarın başına oturmayı hayal ediyorum. Ve içimden dua etmeye devam ediyordum..."Ne olur Allahım! Barışsınlar..."
    Sohbet devam ederken sesler yükseliyor, bazen bağrışmaya dönüşüyor, bazen derin bir sessizlik çöküyordu salona.
     "Ben gidip çayları getireyim"dedi Nergiz yengem.
    O mutfağa gittiğinde bağrışmaların dozu daha fazla arttı. Sadece iki kişi birbirine bağırıyordu. Annem babama, babam anneme!
    Yusuf amcam babamı, Rıza amcamla Saadet yengem de annemi sakinleştirmeye çalışıyordu.
     Nergiz yengem o sırada çayları dağıtmaya başlamıştı. Nasıl becerdim bilmiyorum ama sanki Gençlik Parkı'ndaki garson gibi Nergiz yengemin verdiği çaya uzandım ve aldım.
    Çaydan birkaç yudum içtim.
    O esnada salondaki bağrışmaların dozu yüksekdi. Tavandaki avizeden ışık değil sanki umutsuzluk yansıyordu tüm yüzlere... Az önce dilediğim tüm iyi şeyler yerini karamsar bir ruh halinin tedariğine bırakmıştı. Öyle ki sıcak çayın sağ dizime dökülüp dizimi yakması bile tedirginlik ve korku dolu hissimin önüne geçemedi. Hatta amcamın endişe ile suratıma attığı tokat bile beni kendime getiremedi. Çenemle birlikte tüm vücudum soğuktan titriyordu. Ama yüzüme dokunanların elleri ise tıpkı az önce dizime dökülen çay sanki onların ellerine dökülmüş gibi yanıyordu.
     O an iki mahcup suratı görebildim. Annem suçlu bir çocuk gibi ağlıyor, babam ise ne olduğunun farkına varmaya çalışıyor ama yine de sanki utancından yanıma yaklaşamıyordu. Babam ambulansa inerken sedyemi ayak kısmından tutuyor ama gözlerindeki utangaç bakışları görmemi istemiyordu.
     Kendime geldiğimde doktor "MR sonuçları temiz, EEG'ye girmesi gerekiyor. Sabah beşte Ahmet Bey gelir, o zamana  kadar  aç kalması gerekiyor. Umarım korktuğumuz şey değildir" cümlesini amcalarım ve babama söylüyor, ben ise yarı açık gözlerimle sedyeden onları dinliyordum.
     Doktorun söylediklerinin içinde "korktuğumuz şey " sözcükleti dikkatimi çekmişti ama sonra önemsemedim. Çünkü o an hiçbir şey umurumda değildi. Hem insanın kendi düşüncelerinden daha korkunç ne olabilirdi ki?
     Bir an doğrulup saate baktım. Saat ikiydi.
     Yusuf amcam yanıma gelip, "Deva'cığım iyi midin? Doktor iyi olduğunu söyledi. Korkuttun bizi" dedi.
     "İyiyim amca, daha iyiyim."
     "Biraz uyu, beşte bir muayenen daha var."
     Ateşim biraz düşmüştü. Yusuf amcam üşüdüğümü anlamış olacak ki üzerindeki paltoyu üzerime örttü. Sonra kapıdaki Rıza amcamla babama fısıldayarak "Uyuyor, gelmeyin..."dedi.
     Uyandığımda kafama bir şeyler surduler, sonra ince kabloları saçlarımın arasına sokup yatağa yatırdılar.
     Bir süre sonra beyin dalgalarımın şekildildiği EEG raporunu Dr. Ahmet Bey eline alıp incelemeye başladı ve "Korktuğumuz gibi" dedi.
     Babam, "Ne korktuğumuz gibi, neyi var oğlanın söyleyin lütfen?" diye sordu.
     "Kudret Bey, üzgünüm ama oğlunuz epilepsi."
     " Epilepsi?"
     " Yani sara."
     Doktora, amcamlara ve babama anlamsızca baktım. Doktor hariç, onlar da ağızları açık ve acıyan nemli gözlerle gözlerimin içine bakıyorlardı.
     Sanki birazdan ölecektim ve bunun suçlusu da benmişim gibi hissettim. Doktor "epilepsi" dediğinde anlamamıştım ama sara hastalığının kolay bir hastalık olmadığını biliyordum.
      Umurumda değildi yine de. İçimden sadece ağlamak geliyordu ama ağlayamıyordum.
      Rıza amcam, " Ne olacak şimdi doktor bey?"diye sordu.
      "On gün hastanede yatıracağız, daha sonra ilaçlarını benim gözetiminde kullanacak, zor bir hastalık ama korkulacak bir şey yok, umarım iyileşecek. Şimdi eve gidin ve yarın hastanede olun lütfen."
      Eve geldiğimizde annem ve yengelerim beni odamdaki yatağıma yatırdılar. Bana şimdiye dek hiç davranmadıkları kadar şefkatli davrandılar. Annemin gözleri hâlâ nemliydi. Belli ki ben gelene kadar ağlamış ve yengelerim onu teskin edip bir şekilde susturmuştu.
     Bir müddet sonra içeride yeniden bir çığlık koptu.
     "Senin yüzünden, Allah belanı versin Kudret!"
      "Kes sesini! Sen de böyle bağırmasaydın çocuğun yanında!"
     Amcalarım babamı, yengelerim de yeniden annemi teskin etmeye çalışıyordu.
    Sonra Yusuf amcam, "Kararınız yeniden gözden geçirmek zorundasınız, en azından bir müddet erteleyin! Deva çok kötü, bu durumu kaldıramaz..." dedi.
    Babam, "Haklısın" diye karşılık verdi.
    "Haklı tabii..." dedi annem de.
    

Aşka DevaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin