"Bu makineye bayıldım. Tam istediğim gibi." Iyi gunler dileyip elindeki paketle mağazadan çıktı adam. Vitrin camındaki görüntüsüne baktı. Üzerindeki ıslak kum rengi tişörtüyle çok uyumluydu bugün. Düşünceleri ıslak kum rengiydi. Karmakarışık ama bir o kadar da duru. Sıcak, sımsıcak ama bir o kadar da soğuk ve sakindi. Pişman olur muydu? Bu düşüncesine ne kadar kahkaha atmak istediyse de kendini durdurdu. Düşündü. Içindeki minikle birlikte karısını adamın göğsünden söküp alanlar pişman olmuş muydu? Onu bu hale sokanlar pişman olmuş muydu! O da olmazdı. Mutlu yaşayan tek bir insan bile görmeye tahammül edemiyordu. Karısını ne kadar özlediğini hala kendine itiraf edememişti. En çok da beraber geçirdikleri ateşli geceleri özlüyordu. Kendinden iğrenmesi gerekirken o bu iğrenç arzuyu erkek olmasına bağlıyordu. Vücudu daha fazla bekleyemezdi. Sıkılmıştı filmlerden, uzaktan sadece izlemekten. Ağır bedeninin altında savunmasız körpeyi hayal ettiğinde yine ateşlendiğini hissetti. Kırmızı koku. Felaket kokusuydu havadaki. Masumcuk bir kızın felaketinin kokusuydu.
~~~~~
Saatlerdir bu paranın nereden geldiğini düşünüyordum. Kumar mı oynuyordu ki? Genzimden hırıltılı bir kahkaha kaçtı.
"Aptal Sıla kumarda para kazansa sana mı verir parayı?"
Sonradan sorgulamayı boşverip paranın büyük çoğunluğunu mutfak mermerinin arasındaki kırık bölmeye sakladım ve birazını çantama atıp beyaz üzerine mavi desenli, dizlerimin üstünde biten bir eteği, mavi bir badiyle birlikte üzerime geçirdim. Kırtasiyeye giden sapağa saptığımda gerçekten yay gibi gerildiğimi hissedebiliyordum. Sanki saç diplerimden elektrik saçıyormuşum gibiydi. Grinin gerginliğini üstümden ancak uzun zamandır beklediğim kömür kalemleri vitrinde gördüğümde atabildim. Kasadaki adamın beni tanıdığını belli eden gülümsemesine karşılık verip marangoz dükkanının yolunu tuttum.
"Hey, merhaba huysuz adam benim minik Mine'me neler yaptın bakalım?"
Elindeki çayı bırakıp ayağa kalktı. Yanımdan geçerken saçlarımı da karıştırmayı unutmamış olmasına sevindim. Tanrı aşkına ne derdiniz var saçlarımla?
Geri döndüğünde elindeki küçük tahta ve kırmızı arabaya baktım. Gözlerimi kısıp gülümsediğimde "Prenses arabası." demişti. Ihtiyarın yanağına bir öpücük kondurup eve hızlı adımlarla gittim. Arabayı görünce bebeğimin çocuk çığlıklarının başımı ağrıtmasına izin verdim. Odama girip kıyafetlerimden kurtuldum ve pijamalarımı giymeden önce vücuduma biraz daha yanık kremi yedirdim. Elindeki arabayla Mine'yi yatağa yatırıp ben de yanına uzandım. Elini saçlarıma atmıştı bile.
~~~~~~
Okul kapısından girdiğimde sebebini anlayamadığım bir şekilde insanlar bana bakıyordu. Sınıfa yaklaştıkça bir karmaşa seziyordum. Sınıfa girdiğimde sınıf duvarına asılmış siyah beyaz postere baktım. Çatılmış kaşlarıma baktım. Elimdeki kremi bacağıma süren bana baktım. Sütyenli vücuduma... Ağzım canımın acıdığını haykırırcasına bir tavırla açıktı. Birkaç adım geriye kaçtığımda kalbimin yavaşladığını hissettim. Sanki tek bir kasım dahi oynasa dünyam yıkılacakmış gibi hareketsizdim. Sınıfın sessizliğini duvardaki fotoğrafımı hışımla söken Çağan bozdu. Insanlar konuşmuyordu. Lacivert. Derin bir korkunun kokusuydu havadaki. O ders boyunca kimsenin sesi çıkmamış zil çaldığı anda çantamı kapıp eve atmıştım kendimi. Meleğe Mine'yi eve getirmesi için mesaj attım. Hem ona da ihtiyacım vardı zaten. Nasıl olurdu? Nasıl evimdeyken fotoğrafımın çekildiğini bile farketmeyecek kadar dalgın olabilirdim? Pencereye doğru yaklaşıp karşıya baktım. Bir sürü daire vardı ki hangi birinden şüphelenecektim? Kapı çaldığında perdeyi tamamen çektiğime emin olup Melek ve Mine yi eve aldım. Mine'yi uyuttuktan sonra kapatmaya pek de gerek duymadığım perdelerin hepsini kapatmıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUZ YANGINI
Teen FictionGözlerime nasıl bir perde inmiş böyle? Allahım neden duyduklarımı algılayamıyorum? Beynim sanki kulaklarıma direniyor tercüme etmemek için. Ah, çok ağır. Siktir gözlerim çok ağır. Bilincim bu kadar yerindeyken nasıl oluyor da gözlerimi açamıyorum? K...