¤Yazardan¤
"Yapmak zorundayız. Burası sizin için uygun değil." dedi kolundan tutup döndürerek.
"Kimden korumaya çalışıyorsun Özgü? Neyden?" diye sordu Baran da kolunu kendine çekerek.
"Kendimden! Anlamıyor musun yoksa rol mü yapıyorsun? Ben, burası, bildikleriniz sizin için tehlikeli!"
"Kim karar veriyor buna?" dedi Baran bir adım ilerleyerek. Her cümlesinde ilerliyor, Özgü ise geriliyordu.
"Neye göre karar veriyor?" dedi sesini alçaltarak. Ormanın derinliklerine kadar bağırış çağırış gelmişlerdi. Çünkü söz konusu onların gitmesiydi.
Cem'in gönlü kızları burada bırakmaya el vermiyordu ama biraz düşünmesi o kadar yıl nasıl yaptılarsa, şimdi de öyle yaparlardı. Sonuçta, onlara ihtiyaçları yoktu.
Kubilay ise ardında bıraktığı kız arkadaşının hasretiyle kavruluyor, bir an önce dönmek için can atıyordu.
Mete mi? Onun aklı bir karış havada değil mi zaten? Ne bir bekleyeni var, ne özleyeni. Ne bir beklediği var, ne özlediği. Herkesten farklı, kendi halinde sürdürdüğü monoton hayatı kaldığı yerden devam edecekti işte.
Baran'ın tepkisi ise her iki öğrendiğineydi. Birincisi, bir büyüyle gidecekleriydi; ikincisi de, buradan gittiklerinde hiçbir şey hatırlamıyor olacaklarıydı. Gitme konusu zaten başlı başına bir meseleydi. Kim demişti gidecek diye?
Özgü, ruh ikizini bulduğuna çok emindi ve bu yüzden içi herkesten daha rahattı. Çünkü eğer gerçekten aralarında oluşan bağ kuvvetlendiyse, elbette bir şekilde buluşacaklardı. Eğer gerçekten kaderleri birbirine yazılıysa, elbette bir gün çıkıp gelecekti.
Simay, ne hissetmesi gerektiğini bilmiyor, saçma bir durum içersinde hissediyordu kendisini. Bu gıcık olduğu çocuk onu daha da bağlıyordu kendisine. Oysa daha, 3 gün olmamış mıydı? Kim bilirdi, belki Özgü kadar hızlı hissedemezdi. Ya da ümidi şimdiden kesmeliydi.
Baran elini Özgü'nun saçlarından geçirip elini arkalarındaki büyük kayalığa dayayıp kızı sıkıştırdı.
"Ben seni burada bırakmak istemiyorum ki." dedi. Gözleri doluyordu. Saklamak için yüzünü Özgü'nün boynuna gömdü. Güle benzettiği kokusunu ciğerlerine doldurup nefesini geri boşalttı.
Özgü, vücudunun içinden geçen ateşi hissettiğinde geri çekildi. Kontrolü sonunda kaybetmişti. Hızla kayanın arka tarafına geçip önünde duran ağaca içinde ne kadar enerji varsa geçirdi.
Dün içtiği hapın etkisiyle hepsini birlikte yaşadığı o nadir anlardan biri gerçekleşiyordu. Koca adada mükemmel bir düzen ve sırayla dizilmiş ağaçlar tek sıra halinde alev alıyordu.
Üstlerine atılan suyla ateş sönmüş, kontrolünü sağlayamayan rüzgar ise ağaçların küllerini uçurmuştu. Ama asıl felaket yeni başlıyordu.
Çünkü Özgü'nün avuçlarından gelen kan suni değildi. Vücudu boşalıyordu. 1.68 boyunda minnak bir kızın içindeki 90.000 kilometre dolaşan damarlarındaki kan hücreleri hücum ediyordu dokunduğu yere.
Özgü bilincini kaybedip, yavaş yavaş yere yığılırken Baran'ın çağırmasıyla gelen Simay koltukaltlarından tutup düşmesini engellemişti.
Dili bilinmeyen, duyana saçma gelen o sonradan yapılma lisanla kulağına fısıldadığı şeyler tırnak dipleri ve parmak uçlarından gelen kanı durdurmuş, yer yüzünün girdiği tepkimeyi kesmişti.
İlk denemede başarabildiği için kendiyle gurur duyuyor, ve hala yaşamasını sağladığı için de şükrediyordu Simay.
Avuç içleriyle bukle bukle saçlarını okşadı dizlerinin dibinde yarı baygın yatan Özgü'nün.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Olağanüstü Hal ~ÖzBar~
Фанфик*Etrafları birden bire ateşten bir çemberle sarılırken denizdeki dalga tsunami boyutunda yükseliyordu. Yaprak kımıldamazken onları mağaraların içine kadar savuracak kadar rüzgar eserken hepsinden çok daha garip olan kumların altından kan akmasıydı...