Fotoğraf Özgür :))
Sabah olmuş, ben de kanepenin üzerinde inanılmaz bir baş ağrısıyla uyanmıştım. Üzerimde turuncu bir battaniye ve dün gece giyemediğim pijamalar vardı. O an içimi korkunç bir utanç kapladı. Aklıma gelen kesik görüntüleri kafamdan silip atmaya çalıştıysam da nafile. Kendimi bu utanç selinden kurtarmanın bir yolu yoktu. Ben çoğunu unutmuştum ve çoğunu da unutacaktım. Ama o hepsini hatırlayacaktı.
Bir daha böyle dağıtmak yok diye kendime söz verdikten sonra güçlükle yerimden doğruldum. Saat çok erken olduğu için Ali'nin içeride uyuduğunu tahmin ediyordum. Ses çıkarmamaya özen göstererek evden çıktım. Merdivenleri inip eve vardığımda Şevval kahvaltı sofrasını kuruyordu. Seslenmem üzerine bana döndü ve o asla unutamayacağım korkunç bakışlarından birini attı.
Elindeki zeytin kasesini masaya bırakır bırakmaz olanca sesiyle bağırmaya başladı.
"Neredeydin sen? Kaç kere aradım biliyor musun? Ege'yi aradım, seni aradım. Ama kimse açmadı. Bu konularda endişelendiğimi biliyorsun. En azından bir mesaj çekebilirdin."
O sırada gözleri kıyafetime kaydı. Konuşması sırasında farketmemiş olsa gerek yine aynı kızgınlıkla üzerimdekilere bakıyordu.
"Ne yaptın ne yaptın sen?! Tüm gece eve gelmiyorsun ve sabah seni erkek pijamalarıyla buluyorum. Utanmadın değil mi?"
Elimi olanca gücümle ağzına bastırdım. O kadar fazla ses çıkarıyordu ki bir duyan olsa beni var olmuş en ahlaksız kız olarak tanımlayabilirdi. Ve içeride uyuyan bir Özgür'ümüz vardı. Şevval her zaman bu konulara oldukça karşı, hayatı kesinlikle bembeyaz yaşamak gerektiğine inanan bir insandı. Onu tanıdığımdan bu tepkisine kızamıyordum bile. Sonuçta beni düşünüyordu.
Masaya oturdum ve olan biteni tüm ayrıntılarıyla anlattım. Hepsiyle.
Ben konuştukça Şevval'in kızgınlığı kahkahalara dönüşüyordu. O böyle yaptıkça ben daha fazla utanıyor, yüzüm de renkten renge giriyordu.
Şevval masadan kalktı ve gülmesini bastırmaya çalıştı. Buzdolabından aldığı reçel kasesini masaya bıraktı. Ben ise aval aval ona bakıyordum.
"Mert'le konuştum kahvaltıya gelecek, Ege'yi de getirecek sanırsam. Ben şimdi yukarı çıkıyorum sen de abimi uyandır. Ama mümkünse dünkünden biraz daha uslu bir kız ol."
Cümlesini bitirir bitirmez kendi esprisine kahkahalarla güldü. Adi kız. Hiç böyle en yakın arkadaş olur mu?
Ben de el mahkum halde Özgür'ün odasına gittim. Kapıyı defalarca çalmama rağmen kapı açılmadığında mecburen içeri girmek zorunda kalmıştım. Özgür bütün yorganı aşağıya atmış sırt üstü yatıyordu. Tahminimce uykusunun en güzel yerinde onu kaldırmak zorundaydım. Ha ha ha. İçimden korkunç kahkahalar atarken başucuna doğru yürüdüm. İlk birkaç seslenmemden sonuç alamayınca fiziksel temasa geçme sırası gelmişti. Onu birkaç yüz bin kere sarsmamdan sonra zorlukla göz kapaklarını araladığında yüzünde o memnun olmamış ifade vardı. Bir süre ayılmasını bekledikten sonra hafif bir sesle konuştu.
"Cemre?"
Evet anlamında başımı salladım. O ise hala yerinden bir santimetre bile kımıldamamıştı. Tam bir koala.
"Kahvaltı hazır. Şevval'i biliyorsun. Emirleri kesindir, benimle içeri geliyorsunuz bayım."
Cümlelerimin sonunda Özgür'ün yüzünde anlam veremediğim bir sırıtış belirdi. Bunu her yaptığında altından pis bir şey çıkıyordu.
Eliyle yorganı kaldırdı ve sağa doğru kaydı.
"Ben gelmesem de sen gelsen?"
Omzuna sağlam bir tane geçirdim. Çevremdeki herkes neden bu kadar pis düşüncelere sahip diye düşünürken aklıma dünkü hallerim geldi. Aklımdan bu düşünceyi hızla uzaklaştırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gülümse
Romanceİçinden gelen, içinden gelen değil mi asıl olan? Pek bilmediğin Hiç görmediğin Bazen sevmediğin Ama senin olan..