"Geçmişim yine kendimden, her şey bulanık karanlık zihnimde ancak bir tek seni ayırt edebiliyorum, karanlığımın en dibinde parlayan seni."♤
"Uçmak istiyorum." Kollarını yukarı doğru kaldırdı Jungkook."Birlikte uçalım o zaman." Minik eli kavradı beyaz olanı da.
"Hyung, düşlerimiz gökyüzünde mi? Ulaşılması zor olanlar var da." Orta sona giden Jungkook, liseye yeni başlamış hyunguna baktı.
"Sınavlarda zorlandığım doğru ancak hayallerime ulaşmam zor değil. Başarmanın yarısı inanmaktır." Dudaklarını büzerek kahverengi saçlarını yeşil çimenlere tekrar koydu Jungkook.
"Geçenlerde bir araştırma yaptım, hormonlar ve cinsel tercih yönünden. Neden bilmiyorum ama yaptım işte." Aslında nedenini biliyordu küçük, ancak hyunguna söyleyemezdi.
"Ah, eşcinsellik falan mı? Saygı duyuyorum elbette ama... Sanırım bir erkeğe aynı gözle bakamam." Nefesini tuttu Jungkook.
"Hyung, sen... Sen o yeşil saçlı kızdan mı hoşlanıyorsun?" Birden kekelemeye ve gözlerini kaçırmaya başladı beyaz ten.
"Sanırım..." Derince bir nefes alarak ayaklanan Jungkook kollarını yukarı uzattı ve fısıldadı.
"Sanırım en büyük hayalim, en ulaşılmaz olanı." Ve gitti.
Yoongi ise şaşırmıştı.
Al al olan yanaklarıyla yanından geçen bedene, dolan gözlerine ve buruk gülüşüne şaşırmıştı.
Kalbi ağzındaydı.
Kalbi deli gibi atıyordu, onu istemeden kırma düşüncesiyle adrenalin dolmuştu.
Hava birden kapandı ve yağmur bardaktan boşalırcasına yağmaya başladı.
Oturduğu yerden fırlayarak Jungkook'a yetişmeye çalışsa da adımları ona yetişecek kadar hızlı değildi.
"Jungkook!" Sesi boş sokakta yankılandı.
Arkasına dönen ıslak bedenle ona doğru yavaşça yürüdü.
Islanan tişörtü bedenine yapışmıştı, saçlarından su damlacıkları akıyordu ve dudakları kızarmıştı.
Yanına vardığı zaman yaptığı ilk şey gözlerine bakmaktı.
Hep işe yarayan bir yöntemdi bu ikili arasında.
Duygularını birbirlerine bakarak aktarırlardı.
O an, o an Yoongi'nin kalbine bir yük, bir acı geldi.
Nefesi kesilebilirdi ancak kendini tuttu.
Bakışları, gözleri, hisleri ağır gelmişti Yoongi'ye.
Elini uzattı al al olan yanağa, okşadı hafifçe.
Tiredi içi, sonra da sarıldı birden.
Kalp atışlarını dinledi Jungkook'un, sanki bir ordu marşı gibiydi. Güzeldi ama ritimsizdi.
Hislerden ve duygulardan anlamazdı Yoongi.
Hissettirmeyi Jungkook bilirdi, sevmeyi o bilirdi.
Yoongi hep sevilen oldu onun tarafından, nasıl seveceğini bilemedi minik kuşunu.
"Turna kuşlarını hatırlıyor musun hyung?" Kafa salladı yaslandığı göğüsten ayrılmadan.
Yağmur yağsa da umurlarında değildi.
"Turna kuşları eşlerine olan sadakatleriyle bilinir. Eşleri ölürse onlar da üzüntülerinden ölürler. Biz de birer turna kuşuyuz bu yüzden. Seni bilemem ama ben... Sen ölürsen ölürüm hyung." Elleriyle omuzlarından tuttu hyungunu, göz göze getirdi kendisiyle Jungkook.
"Peki sen ben ölürsem ne yaparsın?" Nefes alamadı beyaz tenli.
Yağmur muydu onu üşüten yoksa sorunun ağırlığı mı bilemese de titredi, hem de en derinden.
"Bu nasıl soru Jungkook? Hayali bile beni... Deli etti anlıyor musun? Sen 14 YAŞINDASIN KENDİNE GEL! Seneye liseye geçecek ve orada mutlu olacaksın. Mezun olacaksın ve pilot olarak aşığı olduğun gökyüzünde dolanacaksın." Tuzlu yaşlarının yağmur damlalarına karıştığı o caddede kardeşlik bağları daha da güçlenmişti ikilinin.
Ya da sadece Yoongi'nin mi?
Jungkook daha çok kalbinin atmasına neden olacak bir ana şahit olmuş, artık tamamen hislerinden emin olmuştu.
Yıllardır göğsünün ağrısına verdiği isim aşka dönüşmüştü.
Jeon Jungkook Min Yoongi'yi seviyordu.
Jeon Jungkook evde kırmızı laleleriyle konuşarak onlara hyungundan bahsediyordu.
Bugün ise bahsedeceği şey umut etmemesi gerektiği, hyungunun ona asla sevgili gözüyle bakmayacağıydı.
Jeon Jungkook hayal kurmayı o gün kesmişti.
♤
Cidden bu fici özlemişim.
Her şeyiyle.
Diyecek sözüm yok.
Son bölümde görüşmek üzere.
Bol Yoonkook'lu günler. 🌹🌹🌹