BÖLÜM 7 : ÖLÜM YOLU

434 93 19
                                    


Artık biliyorum bir geçmişim yok ve bir geleceğim de...

Aldığım her nefesle ciğerlerime doluşan keskin hava soluk borumu tahriş edip göğsümün tam ortasına dayanılmaz bir acı yerleştiriyordu. Yanaklarım hissizleşmiş yürüdüğüm her adımla soğuğun hafifçe gıdıklamasına maruz kalıyordu. Dudaklarım kuruyup çatlama yolunda ilk adımlarını atıyordu. Belki de yüzüncü kez dilimi soğuk bir çölün üzerinde gezindirip ıslatmıştım.

Dağların soğuğu son bir saattir dayanabileceğimizin çok üzerindeydi. Ellerim montumun cebinde titrerken sabit tutmaya çalıştığım dişlerimi büyük bir basınçla kilitlemiştim. Parmaklarımı az da olsa koruyan eldivenlerimi yola çıktıktan kısa bir süre sonra Sam'e vermiştim. Bunun için pişman değildim, aksine onu korumak, daha iyi durumda olduğunu görmek bana daha da güç veriyordu.

Ölüme doğru attığımız her adımda umutlarım birer birer tükeniyordu. Ne bekliyordum ki? Hissettiklerimi ben bile kendime açıklayamıyorken, adımlarımı takip eden yabancılara ve garip bir koruma içgüdüsüyle sahiplendiğim bu çocuğa nasıl açıklayabilirdim. Beklediğim şeyi içten içe biliyor olmama rağmen hala karşı koyamadığımız ölüm yolunda yürüyorduk.

Bu nasıl bir düzendi, nasıl bir his sizi bilmediğiniz topraklara doğru çekerdi? Ya da olmamanız gereken yerler hatta olmamanız gereken bir dünya sizi evinde gibi hissettirirdi?
Her bir sorunun bir açıklaması vardı biliyordum. Asıl korktuğum şey tüm cevapların zihnimde, benliğimde bir yerlerde durduğu düşüncesiydi.
Buraya ait olduğum düşüncesi beni yiyip bitiriyordu. Soluduğum havanın, baktığım gri gökyüzünün hatta çektiğim acının bu kadar tanıdık gelmesi normal miydi? Zihnimin derinlerinde bir yerlerde ben hep buradaymışım gibi, hep burasıyla yaşamışım gibi...

Başımı önüme eğmiş yırtık botlarımın yaklaşık beş santim kalınlığında olan karı yarışını izliyordum. Yakında beni ayakkabısız bırakacak kadar çok yıpranmışlardı. Yokuş yukarı çıktığımız için arada bir kayıyor yerde bulabildiğim otları kesik olan elimle avuçluyordum.

Kar taneleri hala ara ara düşüyor buz gibi tenlerimizle buluşuyordu. Yılın bu zamanında Akaman dağlarına kar yağmazdı ama bu, şu durumda kafa yoracağım bir mesele değildi.
Başımı hemen yanımda yürüyen Sam'e çevirdim. Zayıf bedeni yorgun düşmüş taşıdığı çantanın altında eziliyordu. Bakışlarını yere indirmiş adımını attığı yerlere dikkat ediyordu. Dün üzerine örttüğüm deri montu giymiş içinde kaybolmuştu.

"Çantayı bana ver."

Başını kaldırmadan benzer bir sesle cevap vermişti. "Taşıyabilirim." Zorda olsa dudaklarım hafifçe kıvrılmıştı. "Taşıyabildiğini biliyorum, sadece sırayla taşıyalım istiyorum."
Başını kaldırıp bakışlarını bana çevirdi, kaşları hüzünle havalanırken içimden ona sıkı sıkı sarılmak gelmişti ama yapamamıştım. "Yaralısın." Çektiğim acının bir parçam haline geldiğinden emindim.
"Evet doğru yaralıyım yine de senden daha hızlıyım öyle değil mi?" Daha fazla uzatmayarak bir kol mesafesi uzaklığında olan Sam'in sırtına uzanarak çantayı aldım. Çantayı kendi sırtıma aldığımda sesini tekrar duymuştum. "Sadece bir saat, ondan sonra tekrar ben alacağım." Bunun olmayacağını ikimizde biliyorduk.

Bakışlarımı omzumun üzerinden arkaya çevirip bizden epey uzakta olan yabancı takipçilerimize baktım. Jack'in inceleyen bakışlarıyla buluşmam bir an için şaşırmama neden olsa da umursamaz görünmeye çalışmıştım. Bakışlarımı tekrar Sam'e çevirerek daha sessiz bir şekilde konuştum.

MORTEM GÜNCELERİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin