Kupa kızı eniştesi sayılacak çocuğun kuzeni ile Sevgiliydi. Bir 14 Şubat daha sinek valesi için yalnız geçiyordu ki sinek valesi kupa kızından başkasını istemiyordu. Hafiften delirmişti. Sinek valesi gördüğü her şeye gülmeye başlamıştı. 1 ay kadar evden çıkmayan sinek valesinin tek dostu sigarasının dumanı idi. günde 4 paket sigara içen sinek valesi sakin sessiz bir şekilde ölümü gözler gibiydi. 1 hafta sonrasında bir psikolog a götürülen sinek valesi psikoloğun gösterdiği her şeyde kupa kızını gördüğünü söylüyordu. Artık konuşmuyordu bile kötüden kötüye içten içe bitiriyordu. Kupa kızına olan aşkı sinek valesine ağır geliyordu. Sinek valesi bir perşembe günü oturduğu semtin yakınlarında olan bir mekâna gidip bir bardak kahve içiyordu. Sinek valesi konuşmayı unutmuş gibiydi. Elinde bir kâğıt bir kalem her şeyi yazıyordu. Arka arkaya yanan sigaraları etrafındakilere her şeyi anlatıyordu sanki. Soğuk bir kış gecesi sinek valesi penceresinin kenarında bir kahve bir sigara ile karın elektrik direğinin ışığında rüzgâr ile dansını izliyordu. Kaybettikleri aklına geliyordu "ama değer" Diye biliyordu sinek valesi. Sinek valesinin ailesi resmen sinek valesine konuşması için yalvarıyordu sesini özlemişti bazı insanlar. Gece vakitlerinde şarkılar susmuyordu Ahmet kaya "bağıra bağıra yazdım seni içime" Dediğinde sinek valesi bir of çekiyordu derinden derine. Sinek valesinin saçı sakalı uzamıştı görenler tanıyamıyordu sinek valesini. İşte bir aşk bir insanı bu hale getirmişti. Sinek valesi bir gün dışarı çıkıp gezmek istedi. Kadıköy'de bir kafeye oturup bir bardak kahve yudumlarken "PEKI YA ONUN HAYATI" diyerek haftalar sonra ilk cümlesi ağzından çıkıvermişti. Sinek valesi kafasını dağıtmak için bir kaç gün Kadıköy sokaklarında dolaştı. O gece kelimeler yine kâğıda dökülüverdi. Her gecenin arkasına saklandığımız klasik bir duygu seli saati. "Her zaman sessizlik hâkim bulunduğum ortama. Her zaman aynı şey. Artık sıkıldım galiba. Yoruldum birazda. Neyi beklediğimi bilmiyorum. Yaşadığım her şeyin sonucunda yalnızlığın adamı oluverdim. Neydi ki bu hikâyenin başlığı? Neydi bu yalnızlığın adı? Bir elimde hiç sönmeyen sigaram, diğer elimde hiç dibini göremediğim rakı bardağım. Zaman çok hızlı geçiyor. Artık vazgeçmek için çok geç. Artık kelebeğin rüyası hayali bile teselli edemez beni. Klasik laflar ile söylediğim kelimeler hayatımda sahibi olduğum tek şeyim, yani hikâyem. Geceler tek arkadaşım. Sessizliğim tek tutkum. Rakı bardağım dert ortağım, odamı aydınlatan lambam sigaram. Gecenin doruğunda, rakı masamda, sessizliğim ile sigaramın ateşinde kurdum o bitmeyen hayalimi. Küllerinde anladım sonsuz ve onsuz bir hayat yaşayacağımı. Yılmadım, vazgeçmedim ama başaramadım. Beklenen son fazlası ile yakın gibi. Ölüm bana anlam katar. İnsanlara aşkın ne kadar çirkin ve çekilmez bir hal olduğunu anlatır. Ölümüm bana değer katar. Ölmeyen kimseyi tanıyamayız. Tanıdığımız kişi zaten ölmüştür de biz onu bir şekilde hayata bağlı bir kişi olarak görürüz. Durur durur aşk öldürür, aile öldürür, yapamadıklarımız öldürür ama biz nefes almaya ve hayatın bu çekilmez kahrına katlanırız. Buna ise bir umut deriz. Umut etmek. Ne kadar saçma. Gelmeyecek birini "gelecek" olmayan bir aileye "olacak" yaşayamayacağımız bir hayale "yaşanacak" dediğimiz anda o kelime araya girip tüm gerçekleri silip "umut" de dittirir bize. Geçmişi çok özledim. Geleceğe tutkum çok büyük. Ne oldu da gitti. Hiçbir zaman bilemedim. Bu sorunun cevabının kızılderelide saklı olduğuna eminim. Her ne kadar sorsam da cevap vermeyeceğini de tahmin edebiliyorum. Nedir bunun cevabı? Ah! Kelimeler çok yetersiz. Yatak çok soğuk, geceler fazla acımasız. Hüzün sardı her yanımı. "belki de yıllar önce bozmalıydım bu yalnızlığı" diyorum hep. Sonra da verdiğim söz aklıma geliyor. " on dört zevksiz ve mutsuz günümüze on dört bin gün onu bekleyeceğimi söylemiştim". Bitti sayılır. Geri sayım sona eriyor gibi. Peki, ne olacak? On dört bin gün sonra ne olacak? Özgür mü kalacağım yoksa kelebeğin rüyasına mı ulaşacağım. Eee demedim mi? Hiç bitmeyen klasik sorular. Sandalyem eskidi, hayatım gibi, hikâyem gibi. Gökyüzünden dökülen kar tanelerine eşlik etmesi için bir bardak kahve yaptım. Klasik olarak, yıllar önce olduğu gibi penceremin kenarına oturup elektrik direğinin ışığında rüzgâr ile karın dansını izledim. Artık bir heyecan aramıyorum. Sakinliğe ve dinginliğe saldım kendimi. Kitaplara adadım geri kalan zamanımı. Hepsi birer yalan. Gerçeklikten bir o kadar uzaklar. Neden gerçek bir aşk hikâyesi bu kadar zor ki? Çünkü aşk çok basit. Sonunda herkes ölüyor. Ölüm kaçınılmaz. Aşk öldürür, aşk lanettir, aşk vazgeçmemektir. Sahi ya. Aşk nedir? Âşık birini niye kimse anlamıyor, neden kimse yardım etmiyor? Hiç arkadaşım olmadı. Hiç ailem olmadı. Aşk çok güçlü. Onu yenmem imkânsız. En azından bunun farkına vardım. Yalnızlığın esareti altındayım. Sahi ya. Nedir bu yalnızlık? Sanki yalnız kalmayı ben tercih etmiş gibi hissettim bir an. Benim için ne kadar komin bir durum bilmezsiniz. Tamam, belki de yakışıklı ve çekici değilim. Tamam, kabul ediyorum belki kaslarım iri iri değil. Tamam, belki saçlarım uzun ve dalgalı değil. Tamam, belki boyum tam yerinde değil. Kimi kandırıyorum ki? Berbat bir durumdayım. Kadıköy'ün sokaklarındayım. Beşiktaş iskelesinin sağ tarafında, tam ortalarda bir banda oturdum. Denizin eşsiz manzarasından yazıyorum bu satırları. Saat 00.13. Yine daldım gittim geceye. Elimde her zamankiler var. Hava biraz soğuk ama rüzgâr yok. Gökyüzünden dökülen kar tanelerini görebiliyorum. Her şeyden nefret ederim de kışın ve yağan karın bende etkisi bir başka. Sol tarafıma bir çift oturdun gecenin bir yarısında. Tahminlerime göre 23-24 yaşlarındalar. Erkek esmer, uzun boylu, kirli sakallı ve saçları uzun. Kadın hemen hemen erkeğin boyunda. Sarışın, saçları beline kadar uzamış, göz rengi mavi, fiziği dikkat çekercesine güzel. Şimdi benim hakkımda konuşmaya başladılar. Kız "ne derdi var acaba?" diyerek geçirdiğim onca zamanı gözümün önünden bir film şeridi gibi geçirtiverdi. Erkek cevap verdi. "ne derdi olabilir ki? Ayyaşın biri işte." İçimden cevap veriyorum bende. "sahiden öyle miyim ya?" duyduğumu fark ettiler galiba. Kalkıp uzaklaştılar. Herkesin ve her şeyin olduğu gibi yine bana bir o kadar uzaklar. İnsanların beni gördüklerinde ne dedikleri umurumda değil. Kime ne ki insanlardan. Bak şimdi size yıllardır kurduğum bir hayali anlatmak istedim. Küçük bir köy kasabasında ahşaptan yapılı, büyük bahçeli bir evimin olmasını isterdim. Evimin içinde bir şömine yâda fazla abartmamak gerekirse bir soba. Küçük odaları olmasını da isterdim. Salonda bir kitaplık, köşeli uzun bir sedir, iki tane de sandalye. Ama kitaplık ahşaptan, köşeli uzun sedir tahtadan, sandalyeler ise meşe ağacından. Birer kitap alıp şöminenin karşısında dizlerimizde battaniyeler var iken, sandalyelerimize şöyle rahatlarcasına uzanarak okuyup arada birde onu seyretmek isterdim. Güzel bir hayaldi. Ama artık yaşlandım diyebilirim. Böyle bir hayal işte. Kim istemez ki? Eve doğru yürüyeceğim. Bir hayal kırıklığını daha kutlayıp sabahın ilk ışıklarını görmeden uyuyacağım. Güneşi pek sevmem. İsmini de pek azıma almam. Aydınlık derim, ışık derim ama güneş demem. Bana göre gündüz vakitleri mutlu olanların saatleri. Bu saatleri ne ben hak ettim nede yaşama fırsatım oldu. Sahi ya iyimi sabahlar ve güneş?" Kupa kızının en mutlu gününde sevdiği adamı ondan koparıp almıştı sinek valesi. Kupa kızını çoktan kaybettiğini biliyordu, ama her an için bir umudu olduğunu da düşünmüyor değildi umutsuzca. Sinek valesi Balıkesir'de aldığı yeni yazlığına gidip biraz dinlenmek istiyordu yorulmuştu Yaşadıklarından Değil, Yaptıklarından. Bir kaç gün kalmayı planlayan sinek valesi dolabını viski ve şaraplar ile doldurmuştu. Bir kaç kartonda sigara almıştı. Ahşap balkonunda oturuyordu sakince. Kupa kızından başka bir şey yoktu sinek valesinin hayatında her şey başladığı gibi ayniydi sadece hikâyesi değişmişti sinek valesinin... Sinek valesi hiç dokunmadığı bir kani öylesine âşıktı ki gözleri her daim başkalarına karşı kördü. Sadece bekledi sinek valesi yıllar birbirini kovaladı. Sinek valesinin aşkı sonsuz olsa da ölüm bir gün sinek valesine de uğrayacaktı. Sonsuz sanılan aşk son bulacaktı. Herkes sinek valesine sonsuz sanılan aşkın adamı demekteydi. Sinek valesinin aşkı bir kaç kişi için imkânsızdı. Arkadaşları aralarında konuşuyorlardı hep: kupa kızı sinek valesine bir daha asla dönmez. Sinek valesi o kadarda bakımlı ve yakışıklı değildi. Kupa kızı gittikten sonra hiç iyice kendini salmıştı sinek valesi. Hayatta yaşanan aşkın doruk noktalarındaydı bir aralar simdi ise ayyaş bir insandan başka bir şey değildi. Her zaman takım elbise ile dolaşırdı sinek valesi. Sinek valesi bir gün Balıkesir'de ki yazlığında bir kaç kadeh viski içen sinek valesinin içi bir anlıkta olsa daralmıştı. istabul daki evinine doğru gitti ve evden de sıklınca gecenin doruklarında sahile doğru gitti. Elinde bir bira şişesi ile biraz dolaştıktan sonra güzel bir manzara karşısına oturdu ve söylendi kendi kendine "bir yolu olmalı". Sessizlik gücünü gösteriyordu o gece. taki bir topuklu ayakkabı sesi tüm huzuru ve sessizliği bozana kadar. sinek valesinin yanına yaklaşarak "ateşin var mı"
YOU ARE READING
Sinek Valesi*Sonsuz Aşk
RomanceBir insanın kendini sonsuz aşkın adamı sanması, aslında sonsuz aşk diye bir şeyin olmayışı, ölümün gerçek oluşu... Sinek Valesinden,Sinek Kralına dönüşümü. Aşkın en ağır yüzü ve yaşanmışlığın en acı öyküsü... ...