Sinek valesi o gece bir ayrı durgundu. Elinde bir bardak viski ile evin içinde dönüp duruyordu ve hiç bitmeyen haberlerden biri daha gelmişti kupa kızı nişanlanmıştı sinek valesi haberi alır almaz bir anlık sinirle belki de o anlık üzüntü ile yurt dışına çıkmaya karar vermişti. Taksiye binip hava alanına giden sinek valesi hangi ülkeye gideceğini bilmiyordu. En erken kalkan uçak Fransa ya gidiyordu ve sinek valesi hiç düşünmeden bilet almıştı. Uçağa bindiğinde arkasında kimseyi bırakmamıştı ki sinek valesinin zaten kimsesi yoktu kupa kızından başka. Sessizlik hâkimdi bulunduğu her yerde. Uçaktan indiğinde ilk bir otele yerleşmişti sinek valesi ve bir düzen kurmak istiyordu. Ve Fransa defteri açılıyordu. Yine dayanamayıp kaçtım. Bu sefer biraz fazla oldu galiba. Biraz fazla uzağa. Burası öyle eşsiz Kadıköy sokaklarına benzemiyor. İnsana aynı zevki vermiyor. Bu satırları Paris'ten yazıyorum. İnsanlar sıkıcı. Sıkıcı olmakla birlikte ne konuştuklarını da hiç anlamıyorum. Bak bu yanı ile güzel bir ülke. Aşkın şehriymiş. Eh işte biraz kalabalık, bir sürü çift eyfel kulesinin önünde gezinip duruyor. Burada yalnız insan görmek zor. Daha rastlamadım. Burada yalnızlık değer görüyor olmalı. Öyle sokaklarda dolaşıp duruyorum. Gezmek için güzel, yaşamak zor gibi. Bir otele yerleştim bu gün. Kalacağım uzun bir süre. Otelin yemekleri pek iç açıcı değil. Paris'in sokaklarında biraz gezdikten sonra otele gidip uyudum. Sabah kahvaltısının arkasından Paris'te Türk bir iş adamının yanına gidiyorum. Bir kafe ya da bar tarzı bir dükkân satın almayı düşünüyorum. Bu da hayallerimden biriydi aslında. Eksik şeylerin olacağı malum. Ama ne yaparsın bir yerden başlamak lazım. Kısa boylu, bıyıklı, kısa saçlı ve hafif kilolu bir beyefendi. Ayrıca soğukkanlı. Konuşması çok net biri. Bir iki mekân gezdikten sonra hangisinin uygun olabileceğini sordu. Aslında fark etmezdi. Dört mekân gezmiştik. Bende üçüncünün hoşuma gittiğini söyledim. Neden üç bende bilmiyorum. Hepsi birbirine benziyor. Mekânın satın alma işlemlerinde yardım etti. Yine koyuldum sokaklara. Gezerken bir sokak ressamının ne kadar iyi çizim yaptığını gördüm. Onun yirmili yaşlarda iken çekildiği birkaç fotoğrafı vardı cüzdanımda. Çıkartıp yanına doğru yürüdüm. Dil anlamında anlaşama sakta vücut dili ile anlattım. Bana rakam ile üç dedi. Üç saat sonra gelip almam için söylediğini anladım. Parasını da peşin aldı. Kaçıp gitmemen için herhalde. Bilmiyor ki kaçacak başka bir yerimin olmadığını. Otele doğru yürümeye başladım. Arabalardan pek hoşlanmadığımı söylemiş miydim? Otelde otururken yarım bıraktığım kitabımı bitirmek için okumaya devam ettim. Bir saat kadar kitap okuduktan sonra sokak ressamının tekrar yanına gittim. Bitirmişti. İşini güzel yaptığı için bir miktar daha para uzattım. Ama kabul etmedi. Sanat böyle bir şey galiba. Oysaki ihtiyacı var gibiydi. Tablo şeklindeki resimleri aldıktan sonra satın aldığım dükkâna doğru yürümeye başladım. Dükkânda daha önceden asılı olan saçma sapan çizimli tabloları çıkartıp onun resimlerini astım. Birkaç saat mekânın düzenlemesi ile uğraştıktan sonra. İş adamı ziyaretime geldi. Kafeye ne isim vereceğimi sordu. Elbette ismi Sinek valesi olacaktı. Birkaç saat bom boş sohbetten sonra "görüşürüz" diyerek mekândan ayrıldı. Sanırım o da benim gibi yalnız bu ülkede. Mekânın arka tarafında bir oda vardı. Orayı kendime göre ayarladım. Odanın içerisinde; ahşap bir masa, iki koltuk, birkaç dekorasyon, şarkılarımı dinlemek için gramofonum vardı. Çalışmaları için birkaç Türk garson ve barmen bulmuştuk. Yarın açılışı yapıyorduk. Gece saatlerinde tabelamızı asıp dükkânı kapattık. Şimdi ise oteldeyim. Günüm böyle geçti. Şimdi uyuyup yarın öğlen saatinde açılışı yapacağız. Kahvaltıyı bu sefer farklı olarak Paris'te gözüme çarpan bir Türk lokantasında yaptım. Mekâna doğru yürüdüm ve açılış için hazırlandık. Burada öyle bir yer açılışında pek kalabalık olmuyor. Hatta hiç kimse yok. İlk gün olduğu için her şeyi yarı fiyatına yaptık. Birkaç saat geçtikten sonra mekân dolup taşmıştı. Gariptir ki mekâna gelenlerin hepsinin ya sevgilisi ya da karısı yanında. Bu şehirde yalnız insan yok mu ya. Akşam saatlerine doğru mekân yavaş yavaş sakinliğe vurdu kendini. Herkes gitti. İlk gün kazandığımız tüm parayı çalışanlara bölüştürüp verdim. İşe aldığım çocuklar zaten işsizlerdi. İhtiyaçları vardır herhalde. Gece saatlerinde oturduk açtık bir rakı. Bu sefer onlar anlattı ben dinledim. Hiç kimse bana bir şey anlatmaz ki. O an yalnızlığı bir bağ ile koparttık gibi. Rakımızı bayılana kadar içtikten sonra herkes evine gitmek için ayaklandı. Saat gece yarısı olmuştu bile. Beni çocuklardan biri arabası ile otele bıraktı. İsimlerinin ne anlamı var ki? Hikâyenin kıyısında köşesinde bir yerdeler. Odamda oturdum ve kitabımı elime aldım. Balkona doğru yürüdüm. İlk defa balkondan dışarı bakacaktım. Burası hiçte güzel bir yer değil dedim kendi kendime. Öyle güzel bir manzara yok. Bakmaya değer bir görüntüde yok. Balkonda biraz daha oturdum. Kitabımı bitirdim. Yarın yeni bir kitap bulmam lazım. Bu günde böyle işte. Öğlen saatlerinde mekâna doğru yola koyuldum. Çocuklar sabahtan dükkânı açmışlardı bile. Müşteri durumu akmasa da damlıyordu. Odama çekilip şarkı dinlemeye başladım. Çocuklardan biri gelip birkaç saat erken çıkabilir miyim dedi. Kafede zaten üç çalışan vardı. Biri barmen iki tanede garson. Çocuğa izni verdim. Mazereti geçerliydi. Annesi hastaymış. Hastaneye götürecekmiş. Birazda para verdim. İş başa düştü. Giydim beyaz gömleği. Çalışmaya başladım. Benim içinde bir değişiklik olmuş oldu. Zaten öyle fazla bir kalabalıkta yoktu. Çocuklarla güzel sohbetler arasında saatlerimiz geçiyordu. Aydınlık yerini karanlığa bırakıyordu. Bu kelimeleri yazana kadar dertlerden ve sıkıntılardan biraz uzaklaştığımı hissetmiştim. Bu kelimeleri yazarken hepsi üst üste geri geldi. Acaba Kadıköy'de ne oluyordu. O ne yapıyordu? Biliyorum ki mutlu. Bundan daha önemli bir şey olamaz. Zaman çok hızlı geçiyor. Düzenimizi kurduk. Kurduk diyorum çünkü çocuklar ile eskisinden daha iyiyiz. Hani benden o izin isteyen çocuk vardı ya. Onun annesi vefat etti. Elimizden geleni yaptık ama nafile. Yaklaşık iki sene oldu. Kafe işliyor. Devamlı müşterilerimiz var artık. Sabah kafeyi açmadan geliyorlar bile. Fazla anlaşama sakta iyi insanlar. Sabah kahvemizi içiyorlar akşam ise birkaç kadeh içkimizi. İyice düzen kuruldu. Alıştım galiba buralara. Bu sefer gitmek işe yaradı galiba. Zamanda geçiyor. Az kaldı az. Sona çok az kaldı. Fark ettim de eskisi kadar kalem ve kâğıtla iç içe değilim. Yazmak artık yardımcı olmuyor. Her şey yolunda yaklaşık yedi sene oldu. Sadece zaman beni nereye sürerse oraya gidiyorum. Neler oluyor Kadıköy'de? Bir ara geri dönmek çok istedim. Ama dönemedim. Neye dönüyorsun be dedim kendi kendime. Önemli bir şey olmasa yazmazdım bu satırları. Dün gece saatlerinde çocuklar ile oturup güzel bir şampanyanın tadını tartışıyorduk. Gülmüyorum sanmayın. Aslında çok gülerdim. Neyse. Tartışırken şişeyi sakladım ve hangi yıla ait olduğunu sordum. Aramızda geçen tatlı ve zevkli komik sohbetten sonra bir ara durulduk. Bir kadeh kaldıralım dedik. Ölenlere ve öldüremediklerimize içtik. Sonra sinek yedili yani barmen. Ona sinek yedili demeye başladım. Onunda dertleri vardı. Bir perde gibiydi. Gerçekleri gizleyip dış görünüşü ile mutluluk yayan ama içini bilene kor ateş olan biri. Neyse. Sinek yedili soğuk ve anlamlı sözler ile "abi yıllardır buradayız. Sana ne kadar teşekkür et sekte azdır. Abi biz çok merak ettik. Seni buraya atan, buraya getiren olay nedir? Neden geldin abi düzenini bırakıp. Hiç cesaret edemedik sormaya. Sorduk işte abi. Anlatsana nedir bu sürgünün ismi. Hiç mi özleyenin yok abi. Hiç gitmedin yaşadığın şehre. Abi hiç mi kimsen yok? Ailen yok mu abi? Neredeyse yedi senedir beraberiz abi. Bizim hakkımızda bilmediğin bir şey yok. Ama biz senin hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Tek bildiğimiz şu tablodaki kadına bir bağlılığının olduğu. Anlatsana be abi. Ne oldu?" tüm hikâyeyi ayrıntılı bir şekilde anlattım. Hiç birinin azından tek bir kelime çıkmadı. Sustuk kaldık. Hikâye uzun sürdü, zaman akıp geçti. Yine güneşi doğurduk. Oysaki çocukların bir şeyler söylemesine çok ihtiyacım vardı. Yıllardır kimseye anlatmadığım bir geçmiş. Anladım ki anlattıklarımda susuyor. Çıkışı olmayan dört şeritli bir yol. Bu arada artık otelde kalmıyorum. Aslında yaklaşık beş yıldır otelde kalmıyorum. Çocuklarla eve çıktık. Beraber kalıyoruz artık. Kalacağımız evi beraber seçtik. Çocuklar her gece ne yazdığımı merak ediyorlar. Söylemiyorum bende. Sormuyor değiller. Evleri gezerken buna para dayanmaz, bu fazla lüks gibi laflar kuruyorlardı. Evi beğenmelerinin yeterli olacağını söyledim. Üç katlı bir villa aldım. Onlar hala kiralık sanıyorlar. Bana kira parası diye para veriyorlar. Bilmiyorlar ki ben evi satın aldım. Kira parası diye aldığım paraları gün geliyor harçlık olarak veriyorum. Gün geliyor haftalıklarına ek olarak veriyorum. "iyi çalıştınız çocuklar. Bu da benim size hediyem" diyerek veriyorum. Bir de ortak araba aldık. Kafeye onla gidip geliyoruz. Onu da ben almak istedim. Bir sabah uyandığımda villanın önünde bir araba vardı. Kutlamak için bir de pasta almışlar. Nasıl mutlu olmuştum. Arabamız pek lüks olmasa da, arada bizi yolda bıraksa da olsun be. Yolda bıraktığında bile kahkahalar arasında arabayı yapmaya çalışıyorduk. Tahminime göre ya iki yâda üç yıl önce çocuklar "abi sana Fransızcayı öğretelim" dediler. Baya uğraştılar ama yaşlılık. Kafam artık öyle şeyleri kaldırmıyor. Mutluluk bu işte ya. Ah güneşi sevmeye başladım. Bu gün büyük gün. Toplu düğünümüz var. Sinek yedili, kupa onlu ve karo kralı evleniyor. Onuncu senemiz. Haydi düğüne. Of of. Yorgunluk. Büyük günün gecesindeyiz. Evde tek başımayım. Çocuklar otellerinde. Düğün baya kalabalıktı. Güldük, eylendik bol bol oynadık. Aslında sinek yedili ve kupa onlu, karo kralından önce evleneceklerdi. Ama toplu düğün olmasını ben istedim. Çocuklarda sağ solsun beni hiç kırmadılar. Düğünde takı merasiminde her birine bir ev bir de araba hediye ettim. Ama şartlarım vardı. Aldığımız ev ve araba benim olacaktı. Kahkahalar içinde masum bir tebessüm ile güldüler. İyi çocuklar hepsini ayrı ayrı aynı kalpte seviyorum. Balayına da ülkemize, Türkiye ye gezmeye göndereceğim. Daha söylemedim ama öyle planladım kendi kendime. Gezsinler biraz. Gerçi onlar her sene Türkiye ye gidiyorlar. Kafemize sürekli gelen insanları da düğüne davet ettik. Güzel bir ortamdı. Güzeldi her şey. Evet, çocuklar bir hafta sonunda eşlerinden ayrılıp yanıma gelmeyi başardılar. Gülerek yazıyorum bunları. Mutluluğun ne demek olduğunu uzun zamandır anlıyorum. Öğlen saatlerinde kafeye gittik. Oturduk ve sohbet ettik. Çocuklara Türkiye planımı anlattım. "sen de gel abi beraber gidelim. Yoksa bizde gitmeyiz" dediler. Kabul ettim ama yalandan. Çocukları eşleri ile birlikte uçağa bindirdim. Geri dönemem. Çocuklarla pasaport kontrolünden geçtik. Uçağa bindik. Ben hostese bir şey soracağım diye ayrıldım. Sonrada uçaktan indim. Dedim ya, geri dönemem. Dönersem bir daha sinek valesi olamam. Öyle bir aylığına göndermedim. Artık onlar olmadan zaman geçmiyor. Bir hafta tatil yapıp gelecekler. Çantamı da bilerek uçakta bıraktım. İçinde Türkiye'yi iyice gezecek kadar para var. Tek bir düşünce var ki aklımdan çıkmıyor. Onlara her şeyi anlattığımda Türkiye'de nerede oturduğumu onun nerede oturduğunu söyledim. Tek isteğim onu bulup bir şeyler söylememeleri. Bundan fazlasıyla korkuyorum. Çocuklar tatilden döndü. Kupa onlu "abi sana çok darıldık. Neden öyle bir şey yaptın? Niye gelmedin abi?" anlattım her şeyi. Bir daha geri dönemem dedim. Onlar da anlayışla karşıladı. Kafe uzun süredir kapalı. Ertesi gün işe başlama kararı aldık. Birde düzenli olarak garsonluk yapıyorum artık. Çocuklara yardım ediyorum. Tam on üç yıl oldu. Bu gün öğlen saatlerinde o aradı. Yıllar sonra sesini duymak geçmişi gözümün önüne serdi. Konuşmak istiyormuş. Kadıköy'e çağırdı. Gidip gitmemekte kararsızım. Gece kafedeki masaları ve sandalyeleri toplarken çocuklara sordum. Hepsi aynı anda bir şeyler söylemeye başladı. Ama sinek yedili bağırarak konuştuğu için diğerleri sustu. "abi hemen git. Yarın git. Abi yıllardır buralarda çile çekiyorsun. Abi yıllardır bu anı bekliyorsun. Bizi merak etme abi. Biz buralara bakarız." Hepsi aynı şeyi tekrar ettiler farklı cümleler ile. Sinek valesi olarak çıktığım yolda yok olacaktım. Yaklaşık bir hafta geçti. Gitmek istiyorum ama gidemiyorum. Çocuklarımı bırakamıyorum buralarda. Gözüm arkada kalacak diye korkuyorum. Bir hafta daha geçti. Çocuklarım zorlayıp duruyor. "git" diyorlar bir şekilde. Sabaha uçak biletimi aldım. Sabah büyüdüğüm sokaklara geri dönüyorum. Kadıköy'de kar yağıyor. Evimdeyim. Yarın onunla buluşacağız. Çocuklarım sabah uçağa bıraktılar beni. İlk defa onlardan uzaklaşıp bir yere gidiyordum. Hüzünlendim biraz, ağladık biraz. Kadıköy çok değişmiş. Evim hala bıraktığım gibi ama bir sorun var. Elektrik direğinde artık rüzgâr ile kar dans etmiyor. O sabah onunla buluştuk. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Onu ilk gördüğümde ilk gün ki gibi hissettim. İlk gün ona tutuklu kaldığım gibi kala kaldım o an. Kelimelerin ardı arkası kesilmiyordu. Kadıköy'de Beşiktaş iskelesinin sağ tarafındaydık. O anlatıyordu, ben ise dinliyordum. Susmuyordu. Ne söylediğinin o an bir önemi yoktu. Sadece yanımda olduğunu bilmek bana yetiyordu. Ama en son kelimesi fazla ağırdı. Özür diledi. Kos koca otuz yedi sene sonunda son kelimeler "özür dilerim" oldu. Yıllar önce olduğu gibi vazgeçmeyeceğim. Bu aşka bu hikâyeye yıllarımı verdim. Kalbimi deşen bir iki kelimeye bu aşkı yok sayacak değilim. Şöyle bir eski takvimime baktım da. On üç bin atı yüz on sekiz gün olmuş. Nerdeyse bir yıl kalmış. Yarın sabah Fransa'ya, çocuklarıma geri dönüyorum. Fransa'dayım. Çocuklarıma geleceğim günü söylememiştim. Gece oldu. Yarın sürpriz yapacağım. Fazla yoruldum. Göğsüm sıkışıyor birde sıkça. Sabah kafeye gittim. Kapıdan içeri girdiğimde çocuklar beni sevinç içinde karşıladılar. Gülüyorlardı. Sanırım onun ile yaptığım konuşmadan kalan bir etkiyle onların gülüşlerine o an karşılık veremedim. Onlarda iyi geçmediğini o halimden anlamışlardı. Gece yine her zaman ki gibi oturduk masanın başına. Sordular tabi "ne oldu abi?" diye. Anlattım olanları. Üzüldüler, sustular. İçkilerimizi içtikten sonra kafeyi kapatıp evlerimize gittik. Altı ay geçti kalemi elime almayalı. Süre doluyor. Geri sayım azalıyor. İyice içkiye ve sigaraya saldım kendimi. Bu gün çocuklarım ve gelinlerimle pikniğe gittik. Mangalımızı yaktık, rakımızı açtık. Güzel sohbetler eşliğinde günümüzü geçirdik. Bir de sinek yedilinin karısı hamileymiş. Üç aylık. Sürpriz yapmış. "Torun geliyor torun" dedim bağırarak. "Bunu kutlayalım" dedim. Ertesi sabah kafeyi açmadık. "Yarın izinlisiniz" dedim. Kupa onlu ve karo kralı ile anlaştık. Kafeyi öğlen açtık. Süsledik biraz. Kafede kutlayacaktık. Gelinlerde yardım etti. Sonra sinek yediliyi arayıp çağırdık. Bir sürpriz de biz yaptık. Pastayı keserken kalbim sıkıştı. O an bayılmışım. Gözlerimi hastanede açtım. Doktor çocuklarımla konuşmuş. Gözlerimi açtığımda herkes ağlıyordu. Akciğer kanseri olduğumu söylediler. Ölüyormuşum. Belli tedaviler varmış. Süremin dolduğunu biliyordum. Çocuklarıma her ne kadar üzülmeyin desem de nafile. Hastaneden çıktım. Çocuklar beni yalnız bırakmadı. Villaya taşındılar. Bir aydır yanımdalar. Kafeyi boş bırakmıyorlar. Gelinlerde beni evden çıkartmıyorlar. Sabah kahvaltısında bir kuş sütü eksik diyebilirim. Bal kaymak ile besliyorlar. Günden güne ağırlaştığımı hissedebiliyorum. İki aydır bu şekilde yaşıyorum. Bir değişiklik yok. Çocuklarım ve gelinlerim halime üzülüyorlar. Bu gün evden çıkıp kafeyi ve evi çocuklarımın üzerine yaptım. Türkiye'deki evlerimi onun üzerine yaptım. İki ay daha sürünerek geçti. Sözümü tutmaya geri sayımı yaşıyorum. Buralarda ölmeye hiç niyetim yok. Son dokuz günüm. Çocuklarımla ve gelinlerimle gece sohbet ettik. Ölümün bana yakın olduğunu söyledim. Amacım onları üzmek değildi. Sadece gerçekleri görmelerini istedim. Ertesi sabaha uçak biletimi almıştım. Evden kaçar gibi gideceğim. Çocuklara gitmeden önce sarıldım. Arka bahçeden çıkıp taksiye bindim. Hava alanına gittim. Şimdi İstanbul'dayım. Sadece ona sözümü tuttuğumu söylemek istiyorum. Yıllarca bu anı bekledim. Son günüm. Onu aradım ve gece on ikide buluşmak istediğimi söyledim. O da anlamıştı zaten sürenin dolduğunu." Sinek valesi o gece Kadıköy'ün sokaklarda kupa kızını bekledi. Mutluydu. Sözünü tutmuştu. Saat yirmi üç elliydi. Söz verdikleri buluşacakları yere doğru yürüyüp yıllar önce olduğu gibi o banda oturmuştu. Kupa kızının uzaktan geldiğini gördüğünde yine ilk gün ki gibi kalbi hızla çarpıyordu. Göğüs kafesini kırıp özgürlüğünü ilan edecekti sanki. Kupa kızı yanına geldiğinde bu sefer sinek valesi konuştu kupa kızı dinledi. "gecelere anlattım seni, yine sabah oldu. Takvimlerde saydım günleri, yine zaman geçti. Dertlere boğdum kendimi, yine bir çıkış buldu bu hayaller. Bir sigara yaktım, o da yalnız kalmasın diye bir kadehte viski aldım elime. İlk gün ki gibi sevdim seni hep. Peki ya sen? Neden neden sevmedin. Yok yok. Cevap verme. Bu bir soru değil ki. Yani bir soruda sana değil, kendime soruyorum hep. Cevap bulamadım be. Ben sözümü tuttum. On dört bin gün bekledim. Sadece bunu söyleyecektim. Sadece seni ne kadar sevdiğimi anlamanı istedim. Artık özgürsün." Kupa kızı hiçbir şey söylemeden, belki de söyleyeceği kelimeleri içine gömerek hafif adınlar ile sinek valesinin yanından ayrıldı. O gece orada oturup kaldı sinek valesi. Gözlerini kapattı. Denizin kokusunu aldı, kelebeğin rüyasını hissetti, vapurun sesini duydu ve yalnızlığın hissiyatından kurtuldu. O gece gözlerini açamadı. O gece sinek valesi öldü. Aslında o "gece" öldü.
-KOŞMAYA BAŞLADIĞINIZDA SAĞLAM ADIMLAR ATIN, LAKİN GERİ DÖNMEK ÇOK ZOR.
-Sinek Valesi.
YOU ARE READING
Sinek Valesi*Sonsuz Aşk
RomanceBir insanın kendini sonsuz aşkın adamı sanması, aslında sonsuz aşk diye bir şeyin olmayışı, ölümün gerçek oluşu... Sinek Valesinden,Sinek Kralına dönüşümü. Aşkın en ağır yüzü ve yaşanmışlığın en acı öyküsü... ...