[X]-8

813 87 13
                                    

Kol saatimden, geçen saat ve dakikaları saniyesine kadar takip ediyordum. Saat dokuzda ortaya çıkacağını bir şekilde hatırlamayı başarmıştım ve saat dokuz olduğu anda bağırmaya başlayacaktım. Çevredeki insanların neler düşünebileceği zerre umurumda değildi.

Saat dokuz olduğu anda, oturduğum yerden kalktım ve otelin hepsi yan yana dizili odalardan oluşan tek katlı binasına dönüp içime derin bir nefes çektim. Minhyuk'a kızmak, burada yaşaması kadar aptalca bir şey olmadığını bağırmak istiyordum. Fakat yapacağım şey, onun da dediği gibi, adını bağırmaktı.

"Lee Minhyuk!"

Şimdilik, ona kızmayı sonraya erteleyebilirdim.

Defalarca kez bağırdım. Tekrar tekrar bağırırken, her seferinde yanıma geleceğine dair daha umutlu hissediyordum. Bağırdıkça boğazımın acımasını umursamayışım, birkaç dakika sonra sesimin yavaş yavaş kısılmaya başlamasına sebep olmuştu; sesimin bu kadar erkenden kısılmasını istemediğimden daha kısık sesle bağırmayı sürdürdüm.

Sonuç olarak kimsenin gelmemesi kendi içimde kurduğum bütün umutları yıkıp yerle bir ediyor, ağlamanın kıyısına gelmeme neden oluyordu.

Sustum. Bağırmayı kestim, kollarıma daha fazla bakmak ve bu konu hakkında daha fazla düşünmek istemiyordum. Çünkü düşündükçe, her şeyin bir başkası tarafından kurulmuş kötü bir şaka olma olasılığı aklıma geliyordu ve bu olasılık bana birilerinin şakasına malzeme olduğumu hissettiriyor, gururumu kırıyordu.

Kendimi şizofren gibi hissediyordum.

Bütün bunların bir başkası tarafından hazırlanmadığıma kendimi inandırabilmem için kalan son dakikalar da geçip gittiğinde aklıma gelen isim okuduklarımdan geriye kalan tek şey oldu. Lee Minhyuk. Bu ismi unutmam imkansızdı. Otele arkamı döndüm. Büyük bir adım atmaya karar verdikten hemen sonra, dayanamayıp son bir kez daha arkama baktım. Son bakışımda, bütün seslenişlerimi üstüne alınmış gibi bana doğru koşan kişiyi gördüm.

Çok uzaktaydı ve saçları bembeyazdı. Bu nedenle, birkaç saniye içerisinde defalarca kez, gördüklerimin gerçekliğini sorguladım. Ama doğruydu işte. Biri, tanıdığım birilerine benzeyen biri, gözleri kesinlikle bana kenetli vaziyette koşarak üstüme doğru geliyordu.

Heyecandan kocaman olan gözlerimin parladıklarından neredeyse emindim, o an hissettiğim mutluluğu tarif edebilmemin imkanı yoktu.

Lee Minhyuk olduğunu düşündüğüm o kişiye ilk olarak içtenlikle ve kocaman gülümsemek istiyordum, fakat ben henüz tebessüm bile edemeden o olanca hızıyla bana çarpıp kollarını bedenime doladı. Çarpmasının etkisiyle birkaç adım geriye savrulduk, yüzümde titrek bir gülümseme oluştu.

Gerçekten de, aylarca bu anı beklemiş gibi özlemle ve samimiyetle kucaklıyordu beni. Kalbime yerleşen bütün kötü hislerin akıp gittiğini, bütün yaralarımın sarıldığını, ruhumun huzura erdiğini hissettim. Ben de bu anı uzun zamandır bekliyormuşum gibi hissettim. Hiç düşünmeden, kollarımı ona sardım. Çarpıştıktan sonra sendeleyen bedenlerimiz ayakta zor dururken, birbirimize sıkı sıkı sarılmaktan başka hiçbir şey yapmadık.

Karanlıkta, otelin led ışıklı pembe tabelasının üstümüze serdiği pembe örtünün altında, sessizce gözyaşlarımızı tutuyorduk. Benim aksime Minhyuk o kadar sıkı sarılıyordu ki, daha fazla buna dayanamayacağımı fark ettim. Ben ona sarılmayı bıraktığımda yavaşça birbirimizden ayrıldık. Yüzüme uzun süre baktı, bu uzun süre boyunca ondan gözlerimi kaçırdım. Bana bu kadar odaklanmış olması utanmama sebep oluyordu.

vampire: lee minhyukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin