Cebimdeki anahtarların varlığını kontrol edip kapıyı arkamdan kapadığımda merdivenlerden aşağıya yöneldim. Güne bu kadar hareketli başlamam sebebiyle azıcık deniz kenarına gidip kendimi sakinleştirmem gerekiyordu.
Tuğrul ne kast ediyordu?
Hayır, ne kast ettiğini biliyordum. O kadar salak değildim. Asıl sormam gereken şey şuydu:
Tuğrul bu kast ettikleri ile nereye gitmeyi düşünüyordu?
Bilmiyorum. Bağlayabildiğim her son korkutucu.
Birine ait olma duygusunu bu kadar isterken ondan bu kadar korkmak ne saçma bir durumdu. Ve ben şu an bu durumun içinde boğuluyordum.
Tuğrul'u her gece yanımda sadece benimle sevişmesi için istemiyordum. Tuğrul'un bana hissettirdiği şeyler çok daha farklı şeylerdi. Ve Tuğrul'a sahip olabilmek... İşte o gururumun en hoşuna giden, benliğimi en mutlu eden fikirdi.
Ama sadece umurumda olan tek şey benim çıkarımdı. Tuğrul'un hisleri değil. Hayır. Bu çok adice. Fazlasıyla.
Yavaş adımlarla sahile ulaştığımda hafif esen meltemin tadını çıkarabileceğim bir yere oturdum. Sadece dalgaların hareketini izlemek istiyordum. Kulaklarım etrafımdaki insanların oluşturduğu gürültü kirliliğine karşı kendilerini kapattılar ve ben de bunun keyfini sürdüm güneş batana dek.
.
.
.
Bir haftayı arkamda bırakmayı başarmıştım. Daha çok Tuğrul'dan kaçmak için binbir yöntem türeterek tabii.
Mesela bende kaldıktan ertesi gün onu akşam arabası ile kapımda beklerken gördüğünde kaçıp Cenk'in evinde kalmak gibi. Hatta direk tüm haftayı orada geçirmek gibi. Telefonuma iki gün boyunca bıraktığı mesajlara, aramalara geri dönmemek gibi.
Pislik ve bencil miydim?
Belki.
Fakat Tuğrul'un benimle konuşacağı şeye hazır değildim. Konuşma benim istediğim şekilde gitmezse ne yapacağımı bilmiyordum. Gitse de bilmiyordum aslında.
Tuğrul konusunda yapmak istediğim veya yapma ihtimalim olan şeyler on sekiz senedir oluşmuş benliğime o kadar aykırıydı ki yaşamaktan korkuyordum.
Yoklamaya imza atıp kağıdı yanımdaki çocuğa uzattığımda kafamı geriye yasladım ve on dakika sonra bitecek derse odaklanmaya çalıştım. Dönemin bitmesine ve komitelerin bana geçirmesine çok az kalmıştı. Neyse, en azından Tuğrul'dan kaçmak için kendimi derslere odaklamanın sonucunda çok da kötü geçmeyeceklerini umuyordum.
Sınıfın hareketlenmesi ile hocanın dersi bitirdiğini fark ederek ben de ayaklandım ve çıkışa yöneldim. Her şey iyiydi, güzeldi fakat sonra onu gördüm.
Zaten bir doksan altılık boyu ile onu görememek imkansızdı.
Koridorun diğer ucunda durmuş, gözlerini bana dikmişken yutkundum ve durum değerlendirmesi yapmaya çalıştım.
Hah.
Kaçacak hiçbir yerin yok Beril.
Mükemmel.
Derin bir nefes alıp ona doğru adım adım yaklaştım. Her attığım adımda yüzündeki mimiksiz ifade beni daha da endişelendiriyordu. Umarım dibine geldiğimde beni boğmaya falan çalışmazdı. Veya beni boğması en güzel ihtimaldi.
"Beril? Hayatta olduğunu görmek ne kadar güzel."
Gülümsemeye çalışıp gözlerimi ondan kaçırdım. Ona bakmak bile bir haftadır onu ne kadar özlediğim gerçeğini iliklerime kadar hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nefes
Teen FictionKendimi denizin bana açtığı huzur dolu kollarına bırakırken her şeyden kurtulmanın verdiği üstün mutluluk etrafımı sarmıştı bile. Bitiyordu. Gerçekten bitiyordu.