Bakışlarım siyah bulutlar arasında gezinirken kulaklığımdan kulağıma dolan elektronik gitar ve bateri sesiyle istemsizce elimle ritim tutuyordum. İnsanların dertlerini dinlemeye bir süre için katlanabilsem de bir süre sonra bunalıyordum. Dertlerini anlatamayan, anlatsa da ya krize giren ya da saçmalayan kişilerle doluydu çalıştığım yer. İlaç tedavileri, yapılan konuşma saatleri gibi şeylerden sonra yine de bir adım bile iyileşme gösteremeyen -arada birkaç istisna olabiliyordu- kişilerle doluydu. Bu beni bir miktar umutsuzluğa düşürüyordu. Evet, biliyordum tedavi olarak nitelendirilen bu şeyler isteksizce, sadece zorunlu olduğu için yapılan şeylerdi yine de belki işe yarayabilir diye düşünüyordum. En sonundaysa bunun kişiden kişiye değişebileceğini fark etmiştim. Gelen hastaların bir çoğu kendinden ümidini kesmiş, sadece aileleri istediği veya birileri zorladığı için geliyorlardı. Biri kendinden ümidi kesmişse o kişinin kurtarılamayacağına defalarca şahit olmuştum. Mesela, tecavüze uğradıktan sonra ailesi tarafından reddedilen ve çevre tarafından aşağılanan gencecik bir kız kendinden vazgeçmenin eşiğindeydi, yine de pes etmek istemeyip buraya yardım almaya geldi. Ona ne kadar yardım etmeye çalışsalar da kabuslar bir türlü peşini bırakmıyordu. En sonunda kendi odasında boynundan asılı bir şekilde ölü bulundu. Kaçırıldıktan sonra işkenceye maruz kalan ve sevgilisinin ölümüne şahitlik etmiş yirmi yaşındaki genç polisler tarafından kurtarıldıktan sonra ruhsal çöküş yaşayıp buraya ailesi tarafından gönderilmişti. Ama o da dayanamayıp bileklerini kesti. Kocasından hem fiziksel hem de duygusal şiddet gören bir kadın ölümden zor kurtulup destek almak için geldi. Ama en sonunda yine ölümle kucaklaştı. Ve bugün Tanrı'dan korkan o eşcinsel kız kendini Tanrı'nın kollarına bıraktı.
Bu çalıştığım yerin kötü olmasından kaynaklı bir şey değildi. Sadece hastaları kabul ederken gerçekten kötü durumda olan kişileri alıyorlardı. Kurtarılması imkansız kişileri kurtarmak istiyorlardı. Parası olmasa bile kötü durumda olduğu için tedavi altına alınan kişiler bile vardı. Buranın sahibi bu gibi durumları önemsiyordu. Sırf parası olduğu için ya da havalı gözükmek istediği için -ki bunun neresi havalıydı anlamıyordum- gelen kişileri katiyen kabul etmiyorlardı. Durumu gerçekten kötü olan kişileri aldığımızdan da kurtaramama olasılığımız bir hayli yükseliyordu.
Görüş açıma giren siyah eldivenler ile kulaklığımı çıkarıp bakışlarımı yan tarafa çevirdiğimde koyu kahverengi gözlerle kesişmişti gözlerim. Gözleri beni içine çekiyordu. Baktıkça bakasım geliyordu. Dibinde ne olduğu görünmeyen kirli bir deniz gibi olmasına rağmen bu kirli deniz şu an benim için Panari adasının denizi gibiydi.
Yan tarafıma otururken söyleniyordu. "Sanırım gözlerini bir gün kaşıkla oyacağım." Saçlarını karıştırdı. "Ya da bilemiyorum tornavida mi saplasam?"
Suratımda en ufak bir mimik olmamasına rağmen içimden bu söylediğine gülüyordum. Suratımdaki ciddi ifadeyi gördüğünde söylenmeyi kesmişti. Sanki rahatsız olmuş gibiydi. Kaşlarını çattı. "Ne düşünüyordun bu kadar?"
"Hiçbir şey."
"Hiçbir şey?" Güldü. "Buna inanmamı mı bekliyorsun? Normal bir şekilde elinle ritim tutarken bir anda elini yumruk yaptın. Seni sinirlendirecek bir şeyler mi oldu?"
Yanıma gelmeden önce incelemiş miydi yani? Garip, diye geçirdim içimden. "Hayır, bir şey olmadı."
"Üzgünsen üzgünüm, mutluysan mutluyum, acı çekiyorsan acı çekiyorum, sinirliysen sinirliyim demelisin." Derin bir nefes aldı ve devam etti. "Ve ne hissettiğini söyledikten sonra da ne olduğunu anlatmalısın. Böylece sana yardımcı olabilirim. Unuttun mu? Bir oyun oynuyoruz."
Çenemi tutamayacağımı anladığımda pek umursamadan konuşmaya başladım. "Biliyor musun, gözlerin kara delik gibi.Korkutucu ama insanı içine çekiyor. Baktıkça bakmak istiyorsun o derinliğe. Başka bir şeyle bile uğraşırken görüş açına girdiğinde odağın bir anda o kara delik oluyor."
Gözleri yine anlamlandıramadığım bir duygu kırıntısı barındırırken devam ettim. "O kadar derinler ki asla tam olarak dibinde ne olduğunu göremiyorum, hissedemiyorum. Sadece senin izin verdiğin kadarını görebiliyorum. Onlarla yetinmemi istiyorsun benden. Kendini bir sır perdesinin arkasında tutuyor ama benden sana karşı açık olmamı istiyorsun. Sence de ironik değil mi? Sen kendini siyah tutamların arkasına gizlerken, kara deliklerle kapatırken içini; başkalarından bir nü resmi kadar açık olmasını istemek?"
Sustu.
Sustum.
İlk geceki gibi konuşmadık yine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't cut °hyungwonho
Short StoryKalbinin acıdığını biliyorum. Yolun sonuna gelmiş gibi hissediyorsun, elindeki jiletin tek arkadaşın olduğunu düşünüyorsun. |18|