game over|| final

290 38 12
                                    

HyungWon çatıya hızlı adımlarla çıktığında çatının kenarında ona dolu gözlerle bakan mavi saçlı genci  görmüştü. Gözleri birbirini bulduğunda bir damla yaş tutunmayı bırakıp teniyle buluşmuştu mavi saçlı gencin. Ağlaması siyah saçlının canını yakıyordu. O ağladığında kalbi binbir parçaya ayrılıyor, bu parçalar göğsüne batıyordu.

"Konuşmayacak mısın?" diye sordu HoSeok. Biliyordu o da konuşmasına gerek olmadığını.

"Yapma. Ölmenin bir anlamı yok."

Suratında bir gülümseme belirmişti HoSeok'un. Acılardan sıyrılmış nostaljik bir gülümseme. "Bu sahne çok tanıdık." dedi kendi kendine gülerken. Daha sonra ise HyungWon'a doğru kısık bir tonda konuştu. "Yalnız yaşamayı öğren."

"Yapamam, yapamam. Lütfen sen de yalnız bırakma beni." diye birkaç cümleyle yalvarmaya başlamıştı uzun boylu genç. Çatıya yaklaşmaya cesaret edemiyor olduğu yerde sayıklıyordu. İçinde bir korku fırtınası koparken dışında bir sessizlik vardı.

"Yalnızlık kötü bir şey değildir. Seni güçlü kılar. Yalnızlıktan korkma, HyungWon."

Uzun boylu gencin gözyaşları birer birer acı içinde teniyle buluşurken HoSeok dolan gözlerini bir çırpıda silmişti.

Bencillik mi yapıyordu şu anda? Hayır.

O, HyungWon'a düşündüğü kadar güçsüz olmadığını gösterecekti sadece.

Bu cılız bedenin içinde yatan gerçek gücü ortaya çıkaracaktı.

"Bu bir veda konuşması. Tekrarlanmayacak bir konuşma. Ağzımızdan çıkan her bir kelime ikimiz de yok olduktan sonra evrenin sonsuzluğuna karışıp yok olacak. Tıpkı bizim gibi. İki mezarlık burada bir başyapıt yaratacak. Ama bu başyapıt, onlarla beraber sonsuzlukta kaybolacak."

Derin nefesler alıyordu iki beden de. İkisi de korkuyordu. Biri bu kadar kısa bir sürede birbirlerine bağlanan bu iki beden ölüme de birlikte gidecekmiş gibi hissediyordu. Ama diğeri ise birinin ölümünün, diğerini daha güçlü kılacağına inanıyordu. Acı gücü getirirdi, güç ise zafer. Tarihte de hep böyle olmamış mıdır zaten?

"İnsanlar öldüklerinde kendileriyle beraber pek çok şeyi de yanlarında götürürler. Kurdukları hayaller, mutluluklar, üzüntüler, korkular... Bu kadar şeyin bir anda yok olabilmesi ne kadar da acı. Hepsi bir anda yok oluyor ve sonsuzluğa karışıyor." dedi HoSeok. O an aklından ne geçiyorsa söylemek istiyordu. Tüm dünya bilsin istiyordu. Şehre doğru haykırmak yerine HyungWon'un suratına haykırmak istiyordu her şeyi. Çünkü HyungWon şu birkaç haftada onun tüm dünyası olmuştu. Onun için bu kadar ileriye gidiyor olmak onu da korkutuyordu.

"Her insan ölümden korkar ama herkes de bilir bundan bir kaçışın olmadığını. Herkes bir gün ölecek, evrenin sonsuzluğuna karışacak. Adının bu fani dünyada anıldığı son gün o da artık sonsuzluğun tam anlamıyla bir parçası olacak.Sanki hiç var olmamış gibi." HoSeok konuşurken HyungWon onu ağlayarak dinliyordu. Siyah saçlı genç ne kadar da sulu göz olmuştu son zamanlarda öyle. Onun gözlerine bakarak sürdürdü sözlerini. "Belki de insanlar ölmekten değil de bundan korkuyorlardır: Unutulmaktan. Yaşanılan onca yılın ardından insanların onu unutmasından, sanki hiç bu dünyada yaşamamış gibi olmasından. Aslında bomboş olduğunun farkına varmaktan."

"HoSeok..." Ufak bir hıçkırık kaçtı dudaklarından. "Diğer taraf karanlık unuttun mu? Soğuk orası. Sen sevmezsin, gitme."

"Sonsuza kadar kendime aydınlık bir yer arayamam. Fazlaca yoruldum, yıprandım. Artık karanlığı sevmenin zamanı gelmiştir belki de."

Son bir kere uzun saçlı gence içten bir şekilde gülümsemişti. "Oyun bitti, HyungWon." Ve kendini geriye doğru bıraktı. Rüzgar bedenine sertçe çarparken onu sona yaklaştırıyordu haşince.

HyungWon çatının kenarına koşup elini tutmak istemesine rağmen yetişememişti ona. Ellerinden kayıp gitmişti elleri. Onun sonunu, düşüşünü izlemişti.

Çatının fazla yüksek olmaması onun hala kurtulma ihtimalinin oluşu tek ümidiydi artık. O sertçe yere düştüğünde tenha sokakta yankılanmıştı düşüşün sesi. HyungWon hızla aşağıya inerken bir yandan da telaşla ambulansı aramıştı.

Aşağı indiğinde koşarak yerde can çekişen büyüğünün yanına çökmüştü. Bilinci hala yerinde olmasına rağmen çok acı çektiği belliydi gencin. Kırmızıya boyanmış sarı tutamları okşadı HyungWon yavaşça. Tanrı biliyordu ya, içi gidiyordu onu böyle acı çekerken gördükçe.

"Sen karanlığı sevmezsin benim gibi. Soğuktan hoşlanmazsın." Ağlamaktan boğuklaşan sesiyle zor da olsa konuşmuştu. "Gitme, HoSeok. Bensiz gidersen çok korkarsın."

"HyungWon..." Yüzünü acıyla buruşturmuştu.

HyungWon telaşla "Konuşma, yorma kendini. Sesime odaklan sadece, kaybetme beni. Az sonra ambulans gelecek." demişti. Bir yandan da hala HoSeok'un saçlarını okşuyordu.

"S-seni sevdiğimi unutma." diye fısıldadı zorlukla HoSeok. "Seni her şeyden ama her şeyden çok sevdiğimi unutma."

Hıçkırıkları giderek sıklığını arttırıyordu sıska gencin. "Unutmam. Unutamam ki. Senden başka kimim var benim HoSeok?"

HoSeok'un gözleri yavaşça kapanırken ve acıyla inip kalkan göğüsü hareketini yitirirken HyungWon telaşlanmış ve iki elini onun yanağına yerleştirmişti.

"HoSeok? HoSeok! Gitme, n'olur gitme!"

Deli gibi bağırıyordu tenha sokakta. Adını haykırırken, gitmemesi için yalvarırken gözyaşları birer birer terk ediyordu gözlerini.Sanki sesini duysa dönüp gelecekmiş gibi yüksekti sesi.

Bir eliyle boynundan nabzını kontrol ederken nabzının da olmadığını fark ettiğinde tenha sokakta acı bir çığlık yankılanmıştı. HoSeok'a doğru eğilerek sıkıca sarılmıştı cansız bedene. Bir eliyle ise hala yumuşak olan saçlarını okşuyordu gencin.

"Uyan, lütfen uyan." diye fısıldadı onun kulağına.

Uyansın istemişti.

Uyanmadı.

Dakikalar sonra göğsünden kalkıp onun başını dizlerinin üstüne koymuş ve tekrar sarılmıştı gence. Acı içinde kıvranıyordu cılız beden. Acıyla kavruluyordu.

"Soğuk mu orası, üşüyor musun? Korkuyor musun karanlıktan ben olmayınca?" Derin bir nefes almıştı konuşmaya devam edebilmek için. "Sevmediğin renkle kaplı saçların, sarı tutamların kırmızıya boyandı HoSeok. Kollarımın arasındasın ama üşüyorsun hala, biliyorum. Üşümüyor olsan söylenirdin çünkü. Sana sarılmamı sevsen bile küçük bir çocuk gibi mızmızlanır dururdun kollarımda."

Sertçe esiyordu rüzgar, tıpkı çatıdaki gibi. Daha sıkı sarmıştı HyungWon ona kollarını. Sertçe esen rüzgardan HoSeok'u korumaya çalıştıkça sanki daha da arttırıyordu rüzgar sertliğini. HoSeok'u üşütmeye, korkutmaya çalışıyor gibi. Onun o güzel papatya kokusunu HyungWon'dan uzaklaştırmaya çalışıyor gibi.

Ambulansın sesi tenha sokakta yankılanırken onlara geç kaldıkları için küfür edemeyecek, sinirlenemeyecek kadar acı çekiyordu.

HyungWon, HoSeok'un elinde küçük bir kağıt olduğunu fark etmişti. Korkarak da olsa kağıdı almıştı. Buruşmuş kağıtta yazan iki cümleyi okuduğunda ağlaması mümkünmüş gibi daha da şiddetlenmişti.

Oyun bitti, HyungWon.

Ben kazandım.

don't cut °hyungwonhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin