Hiç olmadığım kadar boş hissediyordum. Sanki içimde var olan insani değerleri yitirmiş gibiydim. Kafamın içinde yankılanan sesler beni terk etmişti ve onların gidişleriyle içimde bir boşluk oluşmuştu. Ne hissedeceğimi veya ne düşüneceğimi onlar olmadan bilemediğimi fark ettiğim ilk geceydi o gece. Kaybolmuş hissettiğim ilk geceydi.
Neden çatıdaydım? Neden üşümeme rağmen üzerime bir ceket giymiyordum? Bunları bile sorgulayamıyordum kendi içimde. Sadece şehrin ışıklarına bakıyorum, neden baktığımı bile bilmeden.
Kendimi boşluğa bıraksam ne kaybederdim? Yaşamaya devam etsem ne elde ederdim? Cevabını bilmediğim ve düşünmeye bile mecalimin olmadığı sorular vardı. Hayatımda belki de ilk defa bir şeyleri sorgulayamıyor, onun hakkında fikir yürütemiyordum. En basit kelimeleri bile bir araya getirmekte zorlanıyordum içten içe. Fazla yorgun hissediyordum. Anlayabildiğim en net şey de buydu zaten.
"Sanırım sonunda içten içe yok oldum." diye fısıldadım rüzgara. Kelimeler dudaklarımdan bir çırpıda çıkarken ben anında söylediğim kelimeleri unutmuştum.
Gerçekten böyle mi hissettiriyordu yok oluş? Kendini fiziksel olarak yok etmenin başlangıç evresi miydi bu?
Kendi kendime sorduğum ve sorduktan sonra hemen unuttuğum sorular başımı ağrıtıyordu. Boş bir kabuğa vurulduğunda kabuğun içinde yankılanan o ses gibi bu sorular da benim kafamda yankılanıyor ve bir anda kayboluyorlardı. Sorgulayamadığım halde neden böyle sorular soruyordum kendime?
Elimdeki biten enerji içeceğinin kutusunu sinirle aşağı fırlattım. Derin bir nefes alırken rüzgarınsertçe tenimi okşayışını hissettim.
Ben kendimi tekrar bulmaya çalışırken aniden arkamdan gelen sesle irkilmiştim. "Sorun ne, Hoseok? Neden sinirlisin?"
Sorusunu duyup anlamak için hatrı sayılır bir süre uğraşmıştım. Sahi ben neye sinirlenmiştim?
Bir süre bekledikten sonra "Bilmiyorum dersem bana inanır mısın?" diye sordum o yanımdaki yerini alırken.
Güzel bir gülümseme takındı. "Elbette, sen söylersen inanırım ama buradaki asıl soru şu," dedi ve işaret parmağını göğsüme bastırarak devam etti. "Sen kendine inanıyor musun?"
Kendime inanmak şu an pek de yapabileceğim bir şey gibi görünmüyordu.
Tekrar güldü. Başka bir şey söylemedi ve sustu. Neden hep susuyorduk? Gerçi beraberken konuşmak zorunda değildik. Yine de sesini duymak istemiştim o an. Buna rağmen onu konuşturmak için yapabileceğim şeyleri bile düşünebilecek durumda değildim.
O sessizce kirli şehrin ışıklarını izlerken ben onu inceliyordum. Rüzgarla dağılan saçlarını, hafif kısılmiş gözlerini...
"Yanımda tornavida getirdim." diye fısıldadığında istemsizce hafif bir kahkaha atmıştım.
Bana ters ters baktı. "Çok mu komik?" Sorduğu anda kahkahamın arasında kafamı olumlu anlamda sallamıştım. "Biliyor muydun, tornavidayı gözüne yiyen müşterilerimize spesiyal olarak yanında karın deşilmesi de hediye ediyoruz."
Daha çok gülmeye başladığımda bana hayal kırıklığıyla somurtarak bakıyordu. Onu öyle görmemle daha ben ne yaptığımı dahi idrak edemeden onu kendime çekip sıkıca sarılmıştım bile.
O da şaşırmış ve birkaç saniye sonra dolamıştı kollarını bana. Sıcaklığını hissederken yorgunluğumun benden uzaklaşışını hissetmiştim içimde. İçimdeki boşluğun onun papatyalarıyla dolduğunu hissetmiştim.
Ve o gece anlamıştım ki benim ilacım üzeri papatyalarla dolu bir mezardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't cut °hyungwonho
Short StoryKalbinin acıdığını biliyorum. Yolun sonuna gelmiş gibi hissediyorsun, elindeki jiletin tek arkadaşın olduğunu düşünüyorsun. |18|