Binlerce ses yankılanıyordu kafamda. Her biri farklı bir şey söylüyor, farklı şekillerde ifade ediyordu kendini. Ama asıl düşünce hepsinde aynıydı. Canımı yakıyorlardı, bunun farkındaydılar. Bundan keyif aldıklarını en derinlerimde hissedebiliyordum. Sanki beni parçalamaya çalışıyorlardı. Paramparça olup yok olmamı sağlamak. İstemsizce dolan gözlerimden ve, fiziksel acı belki de içimdeki acıyı dindirir mantığıyla, koluma gelişigüzel attığım birkaç çizikten de bunu neredeyse başardıklarını anlayabiliyordum. Zaman zaman birkaç hatıra gözlerimin önüne geliyordu. Benim olduklarından bile emin olmadığım hatıralar. Üşüyordum. Çok üşüyordum. Ve ne kadar kabul etmesem de korkuyordum.
Kesik nefeslerimin ve hıçkırıklarımım sesi yankılanıyordu boş çatıda. Karanlıkla çevrelenmişti her yanım. En ufak bir ışık hüzmesi yoktu. Gecenin karanlığı bedenimi sıkıca kucaklamıştı. Kimsenin yardıma gelmeyeceğini bile bile çığlık atmak istiyordum, bunu içten bir şekilde istiyordum. Ama hıçkırıklarım dışında en ufak bir mırıltı bile çıkaramıyordum. Vücudumun zangır zangır titrediğinin farkındaydım, kolumdan yere damlayan damlaların farkındaydım, gözyaşlarımı artık tutamadığımın farkındaydım. Her şeyin farkındaydım. Sonunda parçalanmıştım.
Her şey senin suçun!
Ucube!
Bize ve kendine bir iyilik yapıp intihar et!
Dizlerimi kendime çekmiş ve kulaklarımı sıkıca kapatmıştım. "R-rahat bır-bırak. Rahat bırakın beni. Rahat bırakın beni!" Bağırışımın çatıda yankılandığını bile duyamayacak kadar yükselmişti sesler artık. Gitgide daha derinlere iniyordum, kayboluyordum.
"Sakin ol."
Bedenime dolanan sıcak kolları hissetmem ve sakinleştirici sesi duymamla daha şiddetli ağlamaya başlamıştım.
Sıcak teni soğuk tenimi ısıtırken kapattığım kulağımdan elimi çekerek fısıldadı. "Sakin ol, ben buradayım. Kimse sana bir şey yapamaz."
Hıçkırıklarımın arasından titreyen sesimle cevaplamıştım onu. "Bu sesler beni öldürüyor. "
"HoSeok, sesime odaklan." diye tekrar duydum fısıltısını. "Bana odaklan. Kimse sana bir şey yapamaz. Buna izin vermem. Seni koruyacağım. Ama şimdi..."
Nazik dokunuşlarla kafamı gömdüğüm bacaklarımdan kaldırdı ve iki elini yanağıma koyarak dvam etti. "...sakin olmalısın. Şimdi sesime odaklan." Sonra ise bir şarkı mırıldanmaya başladı.
Gözlerine baktığımda beni hapseden kara deliklerin büyüsüne kapılmam uzun sürmemişti. Ben onun sesine sıkıca tutunmuşken kafamdaki sesler gitgide kısılıyor, yok oluyordu. Kafamda dönüp duran, benim olup olmadığından bile emin olmadığım o, anılar gittikçe kayboluyordu.
"Daha iyi misin?" diye sorduğunda kafamı olumlu anlamda salladım.
Fısıldadım. "Teşekkür ederim."
"Buna gerek olmadığını biliyorsun." diyerek beni biraz daha kendine çekerek sarıldı.
Ben tam itiraz edecekken "Biraz böyle duralım." dediğinde reddetmedim onu. Sarılmaya ihtiyacım vardı. Birinin varlığını hissetmeye ihtiyacım vardı.
"HoSeok..." dedi.
"Hm?"
"En başından beri biliyordum." Sakin çıkan nefesinin aksine kalbi hızla atıyordu. "Maviliklerin altında kalan gözlerinde hüznün kırıntıları vardı hep. Saklamaya çalışsan da, duvarlar örsen de görüyordum ben onları."
Sustum. Söyleyecek bir şeyim yoktu çünkü. Beni anlamasına şaşırmıyordum. Ben de onu anlayabiliyordum çünkü. Aramızda olan bu bağı çözemiyordum ama şikayetçi değildim.
"Başkalarından saklayabileceğin şeyleri benden saklayamazsın." diye devam etti. "Çünkü seni kimse benim gibi tanımıyor."
Acı çekiyordu,
Acı çekiyordum.
"Aynıyız..."dediğimde suratında ufak bir gülümseme belirmişti.
"...ama farklıyız." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't cut °hyungwonho
Historia CortaKalbinin acıdığını biliyorum. Yolun sonuna gelmiş gibi hissediyorsun, elindeki jiletin tek arkadaşın olduğunu düşünüyorsun. |18|