it's kind of a goodbye

235 43 1
                                    

Bakışlarım şehrin ışıklarında gezinirken artık sona yaklaştığımızı hissediyordum. Oyun bitmek üzereydi. Peki, kim kazanacaktı bu oyunu? Zaman ilerledikçe planlarım kafamda daha da netlik kazanıyordu. Bir tiyatro oyunu hazırlar gibi hissetmeme rağmen yaşanacak olayların tamamiyle gerçek olacak oluşu garip hissettiriyordu. Bir tiyatroyu gerçeğe dönüştürecektim. Hile yapacaktım ama kazanacak, sözlerimi tutacaktım.

Bir süredir fazla yorgun hissettiğim için fazla düşünememiştim bu konuyu. Fiziksel bir yorgunluktan çok içsel bir yorgunluktu benimkisi. Evet, önceden de yorgun hissediyordum ama son zamanlarda kafamda dönüp duran seslerin ve krizlerimin artışı beni daha da yormuştu. Kollarım, sırtım ve bacalarımın bir bölümü yaralarla dolmuştu. Kendimi toparlamaya başladığım bu birkaç günde ise aklımda bir şeyler netlik kazanmaya başlamıştı. Yapacaktım. Ne kadar korkutucu olsa da bunu yapacaktım.

Kritik damarlara güzel izler bırakma isteğiyle dolup taşıyordu içim. Bunun yerine ise kolumun tehlike arz etmeyen yerlerinde fazla derin olmayan yaralar oluşturmuştum. Şehrin ışıkları ne kadar izin verirse o kadar görebiliyordum damarlarımdan asice dışarı akan kanı. Akan kanı izlerken binlerce ses aklıma tekrar akın etmişti ve ben gözlerimi kanayan kolumdan çekemiyordum. Kırmızıdan nefret ettiğimi bir kez daha anlamama sebep olmuştu bu yaralar. Yine de bu nefret hoşuma gidiyordu. Başkalarına göre bu mantıksız bir düşünce şekli gibi görünebilir belki ama benim için öyle değildi. Nefret etmem demek hâlâ içimde insanî duyguları barındırıyor olduğum anlamına gelirdi. Daha hâlâ tam olarak yok olmadığımın bir işareti.

"Ölmek için fazla güzel bir gece."

Suratımda bir sırıtma belirmişti. "Evet, güzelsin."

Bana anlamamış gibi bakarken ben kurduğum cümlemin saçma olduğunu bile anlayamayacak kadar yorgundum.

"Sen geceyi sevmezsin." diyerek yanıma oturmuştu. Bakışlarımı ona çevirdim.

"Geceyi severim, bir yerlerde ışık olduğu sürece." Ve devam ettim. "Ve sen gecemin ışığısın."

"Işığı sevmem, unuttun mu?"

Saçımı elimle geriye doğru tararken cevaplamıştım onu. "Kendin ışık olduğun için diğer ışıkları sevmiyorsundur belki."

"Saçmalamaya başladın."

Gülümsedim. "Üzgünüm." Ama bu bi' nevi bir elveda. Saçmalasam da sorun olmamalı, değil mi?

Sağ elini uzatarak sol kolumu kendine doğru çekmişti. Sadece birkaç dakika önce, kabuk bağlamış yaraların üstüne yeni yaralar açtığım ve o açılan yaraların hâlâ kanadığını gördüğünde gözlerindeki kırgınlığı görebilmiştim.

"Seni üzecek bir şey mi yaptım?" diye sordu kırgın ve ağlamaklı bir tonda.

İstemsizce sol kolum hâlâ onun elleri arasındayken sağ elimi yanağına götürüp yumuşak bir şekilde okşadım. "Hayır, yapmadın."

"O zaman..." Ufak bir hıçkırık kaçmıştı dolgun dudaklarından. "...neden?"

"Yoruldum."

Bir anda kafasını kaldırarak hiddetle konuşmuştu. "Beni bı- Yani oyunumuzu bırakamazsın."

Bırakan kimdi ki zaten? İçimde oluşan gülme isteğini ve siyah saçlı gencin sözlerini görmezden gelerek sordum. "HyungWon-ah, bana hikayeni anlatmanı istesem kaba biri mi olmuş olurum?"

Kafasını sakince iki yana sallamıştı. "Hayır, olmazsın."

Bakışlarını tekrar elleri arasındaki koluma indirerek anlatmaya başlamıştı. Sesindeki kırgınlık ise geçmiş değildi.

"Varlıklı ailenin şımarık çocuğu olarak dünyaya geldim. Uluslararası iki şirketin tek varisi. Annem ve babamın ayrı iki şirketleri vardı. İkisinin de öncelikleri işleriydi, ben ise son plandaydım. Eve iş yüzünden pek uğramazlar, beni evdeki çalışanlara bırakırlardı. Koskoca evde yapayalnız bir çocukluk geçirmiştim. Küçükken hep okul çağına geldiğimde bu yalnızlığın biteceğini düşünmüştüm." Suratında kırgın bir gülümseme belirmişti. "Ne kadar aptalmışım."

"Ne demek istiyorsun?" diye sordum. Genelde konuşan birinin sözünü kesmekten hoşlanmasam da merakıma yenik düşmüştüm.

"Okula gitmemi istemediler ve özel eğitim aldım. Evde yapayalnız olmaya devam ettim. Daha sonra on altı yaşımdayken bir arkadaş edindim, MinHyuk. Bahçıvanın oğluydu. Evimizin müştemilatında yaşıyorlarmış. O zamanlar bahçedeki çiçekleri incelemek en büyük hobim haline gelmişti çünkü yapacak başka hiçbir şeyim yoktu. Her şeyden sıkılmıştım. Bahçeye indiğimde onun da çiçekleri incelediğini fark etmiştim. İlk başta kim olduğunu bilmediğimden biraz endişelenmiştim ama benim yaşlarımda birini görmek de beni heyecanlandırmıştı. O gün onunla arkadaş olmuş ve günlerimizi beraber geçirmiştik. Yalnızlıktan kurtulduğumu düşünmüştüm."

Kolumdaki kanayan yaraların üstüne çıkardığı ceketi bastırırken devam etti. "Ama ailem onunla arkadaş olduğumu öğrendikten sonra babasını işten attılar. Annesi yoktu, babası da kovulduktan sonra evleri de olmadığından berbat bir hale düşmüşlerdi. Ve o beni suçladı, haklıydı."

"Haklı falan değildi. Ailene kızgın olması gerekirken sana kızması mantıklı değil." diye çıkıştım. Neden aniden böyle araya girdip durduğumu bilmiyordum.

Derin bir nefes aldı. "Eğer benimle arkadaş olmasaydı ailem onları kovmazdı. Benim suçum."

Kendini suçlaması beni bir yandan üzerken bir yandan sinirlendiriyordu. "Onu seninle arkadaş olması için zorlamadın HyungWon. Ona sadece iki ayrı yetişkine kızmasındansa kendi yaşında tek bir kişiye kızması daha kolay gelmiştir."

Bir süre durdu. Gözlerimin içine baktı. Kara delikler işlevlerini yitirmiş gibiydi. Birkaç dakika sonra ise fısıldadı. "Üzgünüm, yalan söyledim."

Ona anlamamış gibi bakarken devam etti. "Ailem onunla arkadaş olduğum için değil onunla sevgili olduğum için onları kovdu. Sonrasında ise evdeki çalışanlardan iki kişi hariç hepsini kovdular. Özel öğretmenlerimden biri hariç hepsini kovdular. Evden çıkmamı yasakladılar. O zaman anladım ki ben önceden o kadar da yalnız değilmişim. Evde çalışan insanlar bile olsa sohbet edebildiğim insanlar vardı. Ama o olaydan sonra gerçekten yapayalnız kaldım, bunu iliklerime kadar hissettim." Dolan gözlerini benden kaçırırken devam etti. "Birkaç ay önce ailemi de yitirdim. Ve şimdiyse yapayalnız kalmaya devam ediyorum."

Histerik bir gülüş yerleşti suratına. "Aslında çok büyük problemlerim olduğunu söylemek gerçekten büyük problemleri olan insanlara karşı hakaret etmişim gibi hissetmeme sebep oluyor. Benim hikayem ufak bir acıyla harmanlansa da ben buna rağmen baş edebilecek kadar güçlü değildim. Bu yüzden böyle biri olup çıktım."

Onu kendime çekerek sarılmıştım. Ben ona hafifçe sarılmama rağmen o her saniye mümkünmüş gibi daha da sıkılaştırıyordu sarılışını.

"Özür dilerim." diye fısıldadım. Yapacaklarım için özür dilerim.

Sarılması garip hissettirse de onun için buna biraz daha dayanabilirdim, diye düşünüyordum. Ama onun saatlerce bana sarılacağını nereden bilebilirdim ki?

Sanki olacakları hissetmiş gibiydi.

don't cut °hyungwonhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin