Soğuk rüzgar tenime sertçe çarparken içimi titretiyordu. Ama alışmıştım artık buna. Her zaman üşüyordum çünkü. Bu dünya benim için fazla soğuktu. Hem manevi olarak hem de maddi olarak bu dünyada istenmediğim belliydi. Çocukluğumdan beri farklıydım ben. Daha beş yaşında iken Tanrı ile alakalı görüşlerimi anneme söylediğimde bana garipçe bakmış, o yaşta iken nasıl böyle şeyler düşünebildiğimi sorgulamış ve bunları kimsenin yanında söylememem gerektiği konusunda nutuk çekmişti. Yaşıtlarım oyun oynarken ben bir köşede oturup onların yaptıkları şeylerin aptalca oldukları ile alakalı bir konuşma yapan kafamdaki sesi dinlerdim. Üşüdüğüm zamanlarda üstüme bir battaniye örtmek ya da ceket giymek yerine sadece oyuncak ayıma sarılırdım. Belki de, diye düşünürdüm bazen. Belki de üşümem yalnız hissetmemden kaynaklı bir duygudur. Belki de gerçekten üşümekten çok yanımda olacak birini istiyorumdur. Diğer insanlardan farklı olmak güzel değildi. Başkaları tarafından tuhaf karşılandığım için hep o dışlanan ucube çocuk olmuştum. Birkaç şeye sahiptim. Mesela bir aileye, oyuncak ayıma, kitaplara. Ama zamanla sahip olduğum şeyleri de kaybederken yapabildiğim tek şey gidişlerini izlemek olmuştu. Berbat şeyler berbat insanların mı başına gelirdi yoksa birinin başına gelen berbat şeyler mi o kişiyi berbat ederdi? Bilmiyordum.
Etrafımı saran kollar ile ne olduğunu şaşırmış bir biçimde bakışlarımı yan tarafıma çevirmiştim. Siyah saçlı genç suratında her zaman olan o belli belirsiz gülümsemesi ile şehri izlerken kollarını bana dolaşmıştı. Ona anlamaz bir şekilde bakarken kollarından kurtulmak için çırpınıyordum. Ama o her çırpınışımda tutuşunu biraz daha sıkıştırıyordu. İstesem kurtulabilirdim ama o an içimden gelmemişti.
"Ne yapıyorsun?"
Omuz silkerek yanıtladı beni. "Üşümüyor musun?"
İçimi kaplayan sıcaklığı hissederken beynimin içinde bir ses yankılanıyordu. Bedenimi saran kollardan kafamdaki ses hoşlanmamıştı. Gözlerimi kapatıp sesini kesmesini diledim. Ama o her zaman kalbime işleyecek bir şeyler söylemeyi, beni etkisiz hale getirip kontrolü ele almayı biliyordu. Bundan nefret ediyordum. Bu vücut benimdi. Neden sadece buna saygı duyup kontrolü bana bırakmıyordu?
"Elysian."
Gözlerimi hafifçe açarak ona baktım. "Ne?"
Gözleri suratımın her bir yanında gezinirken derince inceliyordu, yine. O bana böyle bakarken kafamdaki ses susuyordu. Sanki beni terk etmiş ve artık huzura ermişim gibi hissetsem de o bakışlarını benden kaçırdığı an geri geliyor ve bir sürü cümle sıralıyordu. Bir insanın kendinden nefret eden ve ona böyle şeyler söyleyen bir iç sesinin olması garipti.
"İngilizce bir kelime. Cennet gibi, cennette ait demek." Sadece benim duyabileceğim bir şekilde fısıldadı. "Ve sen elysian kelimesine layık hayatımdaki tek kişisin." diye ekledi.
Kafamı öne eğdiğim anda bakışlarının hala bende olduğunu biliyordum. Bu garip duygu da neydi? Kalbimi bu denli attıran, üşürken terlememe sebep olan, nefesimi düzensizleştiren... Birinden hoşlanmak böyle mi hissettiriyordu? Yoksa başka bir şey miydi?
Düşünceler ve iç sesimle ufak bir kavga ederek orada bir saat geçirmiştim sanırım, tam emin değildim. Kolları hala bedenimi sarmalarken rahatsız bir şekilde kıpırdandım.
"Kollarını çeksen artık?"
Kollarını biraz daha sıkarak sordu. "Neden?"
"Üşümüyorum. " diye anında yanıtlamıştım onu.
"Ben üşüyorum."
Yan tarafta duran kot ceketi gösterdim. "Ceketini giyebilirsin."
Omuz silkti. "Ama istemiyorum. Sen daha sıcaksın."
Söylediği şeyle istemsizce dudaklarımdan bir kahkaha çıkmıştı. Kahkaham bittiğinde ise "Vücudum her zaman içi dolu bir buz torbası gibi soğuk, yalancı." dedim.
"Üşüyorum mu demiştim? Sıcaklıyorum diyecektim."
Ona inanmaz bir şekilde baktım. "Yağmur bulutları tepede ve rüzgar sertçe esiyor?"
Derince bir nefes aldı. "Sadece sussan?"
"Olmaz."
"Neden?"
"Çünkü kollarını çekmen gerek."
"Olmaz."
"Neden?"
"Çünkü istemiyorum."
Dayanamayarak biraz yüksek sesle konuştum. "Yah, çek kollarını artık!"
Gözlerimin içine baktı. "Sadece sussan ve biraz daha böyle kalsak olmaz mı?" Sesindeki naif ton beni ele geçirdiğinde sonunda beyaz bayrağı çeken taraf ben olmuştum.
"Agh, pekala. Ama sadece beş dakika!"
Gülümsedi.
Ben onu izledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't cut °hyungwonho
Historia CortaKalbinin acıdığını biliyorum. Yolun sonuna gelmiş gibi hissediyorsun, elindeki jiletin tek arkadaşın olduğunu düşünüyorsun. |18|